Öncelikle belirtmek gerekir ki, Dünyanın her yerinde denetim de, yönetim de bir madalyonun iki yüzü gibi, birbirinden ayrılmaz görülür. Gerçek budur amma, gel gör ki, “denetime soğuk bakan, denetimi “öcü” gibi gören, denetimi bir fren ve yönetimi engelleyen bir mekanizma gibi gören kafalar da yok değil. Bu kafalar yönetim kademelerinde üst görev yapma fırsatı dahi yakalamış olabilirler. Esasında bu kafaların çoğu (maalesef) yönetimde yer buluyor.
 Evet, bu kafalar her yerde var. Bu kafalar bizim Ülkemizde de var, başka Ülkelerde de var. Bu kafalar normal zamanlarda çok da fazla denetimi önemsemez de, her ne hikmetse, başları sıkıştığında hemen denetimi devreye sokarlar. Mesela, bir yerde olay olur, Yönetim mevkiinde olanlardan peşpeşe demeçler gelir. “Müfettiş gönderildi. Müfettiş raporu bekleniyor. Müfettişler suçluları bulacak” gibi demeçler birbirini izler. O olayın sıcaklığı unutulduğunda, yine bildik tavırlar devam eder ve “eski tas, eski hamam” dedikleri manzara yaşanır. (Bilindiği üzere, Soma’da 13 Mayıs 2014 tarihinde meydana gelen maden faciasından sonra birçok yetkilinin dilinde “denetim, denetim, denetim” sözcükleri duyulmuştur.  Ancak, aradan 1-2 yıl süre geçtikten sonra yine denetimin ağırlığı ve önemi unutulmuştur. Maalesef)
İster ismi müfettiş olsun, isterse ismi iç denetçi olsun, isterse de kontrolör olsun, denetim görevini yapanlar kriz zamanında değil, her zaman gereklidir. Denetim görevlerini yapanlar riskler zarara dönüştükten sonra değil, riskler zarara dönüşmeden önce gereklidir. Risk odaklı denetim diye bir kavram var. Risk odaklı denetim iç denetçiler tarafından uygulanır. Bu denetimde, her bir konu ve iş süreçleri değil, öncelikli olan süreç ve konular denetim kapsamına alınarak, gelecekte tehdit ve tehlike olan sorunlara baştan neşter atılır. Tabi, iç denetçinin gösterdiği yolun ve geliştirdiği önerilerin hızlıca yerine getirilmesi gerekir.
Yukarıda denetimi engel gibi gören kafaların, başları sıkıştığında denetim elemanlarından yararlandıklarını belirtmiştim. Bu kafalar, bazen de, kendi başarısızlıklarını denetim elemanına da yıkarlar. Bunlar bahanecidir, bunlar nanecidir. Bundan yıllar önce yaşanan bir olayı buraya kaydedeyim. Bir Bakanlıkta aylık koordinasyon toplantısı yapılmakta iken, bir birim amirine Bakan sorar, “siz anlatın bakalım, ne yaptınız bugüne kadar?” Birim amiri söze şu cümlelerle başlar; “ne yapacağız Sayın Bakanım, müfettiş zulmünden, hiçbir şey yapamadık.” Toplantıda önce kısa bir sessizlik, ardından büyük bir kahkaha fırtınası kopar. Ağlanacak halimize gülüyoruz işte. Çalışmayan, iş üretemeyen, her zaman bahane bulur. O birim amiri de “müfettiş zulmü” diyerek zevahiri kurtarmış anlaşılan. Ya da üst amirlerinin gözüne girmek için müfettişi kötülemesi gerektiğini düşünmüş de olabilir. Sebep neyse ne? Çok da önemli değil!
Maalesef, bu Ülkede kamu yönetiminde müfettişi ve denetçiyi engel gören bir kitle var. Bu kitle çok da fazla bir yekun oluşturmaktadır. Müfettiş ve denetçiyi kim engel görür ki? Genelde kötü niyetliler ve çalıp çırpıcılar müfettişi ve denetçiyi engel görür. Bunlar baştan itibaren yönetmeye değil, çalmaya, çırpmaya gelmiştir. Bu mantıkla ve bu kötü niyetle koltuğa oturan bir insan müfettiş ve denetçiyi sever mi? Sevmez elbette!
Tabi burada, şunu da belirtmek gerekir. Müfettiş ya da denetçinin fazla ağırlığı ya da korkusu, yönetimin çalışmasına engel olabilir. Bu da denetçi ya da müfettişin kusuru değildir. Müfettiş ya da denetçi kendi kafasına göre iş yapan bir kamu görevlisi değildir. Mutlaka bir onay üzerine denetim ya da teftiş yapmaktadır. Öyle bir sistem kurulmalıdır ki, müfettiş ve denetçi yönetime kritik taktik veren ve yol gösteren bir metodolojide görev yapsın. İşte, yapılması gereken budur. (Ben bu hususta risk odaklı görev yapan ve yönetime yardımcı olmayı hedef bilen iç denetim sisteminin tüm kamu yönetiminde ağırlıklı yer bulmasını öneriyorum) Evet, yapılması gereken denetim ve teftiş sistemimin tamamen ortadan kaldırmak değil de, yönetime taktik veren ve onun görmediği ve atladığı hususlarda yardımcı olan bir denetim sistemi geliştirmektir.  Bunun adı İç Denetimdir. (İç Denetim sistemi de güçlendirilmelidir. Yaptırımcı niteliği de öne çıkarılmalıdır. Bağımsızlığı ve yetkileri de artırılmalıdır)
Evet, açık ve net olarak belirtiyorum yanlış yapan, hata yapan ve usulsüzlük yapan elbette denetim elemanından korkmalıdır. Denetçi ve müfettişin yaptırımları da çok sert ve çok net bir şekilde mevzuatla belirlenmelidir. Yani, yaptırımsız denetim olmaz. Denetçi iyi çalışan yöneticilere yol gösterecek ve taktik verecek, kötü çalışan yöneticinin de gözünün yaşına bakmayacaktır. Sistem bu iki eksende kurulmalıdır. (Kamu kurumları ve kamu görevleri kimsenin babasının malı değildir. Bu görevler bir emanettir) 
Denetçilerden ya da müfettişlerden kasıtlı iş yapan ve yanlış yapan yok mudur? Elbette vardır. Onlar bizim için ölçü değildir. Evet, hata ve yanlış yapan, kasıtlı davranan denetim elemanları da seyrek de olsa mümkündür. (Mesela, yöneticilerden yanlış yapan 10 ise, müfettiş ve denetçilerden yanlış yapan 1’dir) O tür denetim elemanları da bize ölçü değildir. Bizim ölçümüz, denetimin belirli bir sistem içerisinde periyodik olarak ve özellikle riskli alanlarda mutlaka gerçekleştirilmesi gerektiğidir.
Yazımın sonunda şunu belirtmek istiyorum. Denetim, ister kamuda, isterse özel sektörde olsun, bir yönetim için çok elzem bir gerekliliktir.  Esasında iyi işleyen bir denetim sisteminde müfettiş ve denetçi, bir teknik direktör, bir antrenör gibidir. Nasıl ki, bir maça hazırlanan futbol takımına teknik direktör ve antrenör kritik hususlara yol gösterir ve önemli taktikler verir. Bir kuruma, bir birime gelen bir denetçi ve müfettiş de kritik hususlarda yol gösterir ve taktik verir. Denetçi ve müfettiş, yöneticinin kanıksadığını ve görmediğini görür.
Nihayet, şu sonuca varıyoruz: “Denetimsiz yönetim olmaz. Ancak, denetim sistemi çok iyi kurulmalıdır. Denetçi ve müfettiş bir “öcü” değil, bir yardımcıdır. Vesselam.