Siz hiç sokağa çıkıp insan yüzlerini incelediniz mi yahut televizyon, gazete haberlerine göz attınız mı? Elbette hayatın içinde yaşıyorsak bu fotoğraflarla iç içeyiz.
Bu yaşam şartları içerisinde insan ilişkilerinin nasıl bir hale geldiği gerçeği önümüzde.

Öfkeli, hoşgörüsüz bir toplum olduk.

Cinnet ve cinayet haberleri, özellikle aile içi ve toplumsal şiddet had safhada.

 Peki bize ne oldu da böyle bir toplum olduk?

İnsan psikolojik ve sosyolojik yönü olan bir varlıktır. Bu olgulara sahip insanımızın dengesi nasıl bozuldu? Ekonomik sıkıntılar ve lükse özenti başını almış gidiyor. Sohbetlerin tükenmesi, güvensizliklerin artması, aile ve toplumsal bağların zayıflaması insanımızın ruhsal dengesini de olumsuz yönde etkiledi.

En ufak olumsuzluk karşısında öfkelenen bir toplum oluverdik. Hayatımızın aslını oluşturan şeyler düşüncelerimizdir.

Pozitif düşünceler bize yaşama sevinci verir ve hayata sarılırız. Her şeyden önemlisi bizi hayata bağlayan umutlarımızdı, bu umutlarımızı propaganda ile bitirmeye çalışanlara müsaade etmemeliyiz.

Bu topluma düşkünlüğü, çaresizliği öğretenlere, böyle gelmiş böyle gider diyenlere karşı dur demesini bilmeliyiz, umutlara mermi sıkmamalıyız.

 Bu güzel ülkenin üzerine karabulut gibi öfke karelerinden, insan manzaraları düşmemeli. Çünkü öfke hayatı ve insanı bitiriyor, tahriklere kapılan insanlar cam çerçeve indirip etrafı yakıp yıkıyorsa, günahsız bedenler yanıp ölüyorsa, işte burada öfkenin toplumsal yüzü karşımıza çıkıyor.
(“Öfkeni aklınla yenemiyorsan kendini insandan sayma.” Voltaire)

Öfkelendiğimiz zaman beyin ister istemez kimyasal zehrini de salgılamaya başlıyor, vücudun bütün organlarına, başta damarlara zarar veriyor ve tansiyon yükseliyor.

Vücut kavga moduna geçiyor. Benim bildiğim öfke duygusu vücut ve ruh sağlığının en büyük düşmanıdır.

Konfüçyüs’ün
de dediği gibi “Öfkene hâkim olmazsan, bir hiç yüzünden olay çıkarıp sonunda pişman olursun.”

Peki, öfkemizi nasıl kontrol altına alabiliriz? Kişi kızgınlık anında kararını erteleyebiliyorsa, kendine niçin öfkelendiğini sorabiliyorsa işte bu bir erdemliliktir, doğru karardır.

Burada Filipinlilerin bir atasözü herhalde uygundur: “Bugünün öfkesini yarına bırak.” Çünkü öfke anında empatinin yerini hep karşıyı suçlama duygusu aldığından dolayı kişi kendi durumunu kabullenemez yani sağlıklı düşünemez, işte erteleme bunun için önem arz eder. Öfkemize hâkim olmanın bir diğer yolu yüksek ruh dünyasını kazanmaktan geçer.

Öfkelenmenin sonunda kişiliğimizi suçlama yerine, yapılan davranışı iyi irdelemek ve ders çıkarmak daha doğru olsa gerek.

Benliğimize mal etmek veya değerlendirmek yanlış olur. Çünkü herkes hata yapabilir. Öfke ve kin duyguları zehirli duygulardır, oysa yüreğinde sevgi duyguları besleyen insanların yüzleri pırıl pırıldır, kolay çökmezler ve güzel yaşlanırlar.

İnsana yakışan anlamaktır ve anlatmaktır. Bunun için eski sohbetleri paylaşmaları özlüyoruz. Çünkü ruhsal dengeler ve ilişkiler yerli yerindeydi.

Aşırı hırsın bizi maddeleştirmesi, mânâ yönümüzü de bitirmiştir. Ahiret ve dünya dengemizi de kurmak zorundayız, yani her canlı fani gibi göç edip gideceğiz sonuçta.

Ozanımız Yunus Emre’
nin şu mısralarında dediği gibi;
“Biz dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun.”

Her canlının ölümü tattığı şu üç günlük dünyada bu öfke, bu hırs niye?

Sevginin, hoşgörünün yaşandığı bir dünya dileğiyle, hoşça kalın!