Anadolu Anadolu bakardı Müsli’nin gözleri… Çok fazla beceremediği hafif gülüşleri kardeşlik kokardı. Ona bakınca memleketimin sarp dağlarını, yoksulluk içinde kıvranan köylerini, karşılıksız seven güzel yurdum insanını görürdüm. 

Sınıfta herkesten daha sessiz, herkesten daha suskun, herkesten daha saygılı, herkesten daha masum, herkesten daha büyüktü. Diğerleriyle aynı yaşta bir çocuktu ama büyük bir çocuktu işte. Hayatın tez büyüttüklerindendi.

Dicle köprüsünün öbür yakasından gelirdi okula. En arka sıranın bir önündeki sıraya pencere kenarına oturur arada pencereden dışarıya bakarken dalar giderdi. 

Müsli’ye bakarken ağlayası gelirdi insanın. Müsli’ye bakmak yağmurda yürümek gibi bir şeydi.  Ayak yalın toprakta gezmek gibiydi ya da. Harman yeri gibiydi Müsli, meşe odunlarının yandığı ocak gibiydi. Bazen ateş gibi yakardı bakışları, bazen ayaz gibi üşütürdü.

Rabbimin yarattığı gibi tertemiz gelmişti Müsli on üç yaşına. Bazen onun baktığı yerlere bakardım ki, onun gördüğü şeyleri göreyim diye. 

İsterdim ki, kalbim onun kadar acı çeksin, onun kadar yansın yüreğim… Tek anlayayım Müsli’yi… Müsli’yi anlamadan, gördüklerini görmeden, duyduklarını duymadan, onun hissettiklerini hissetmeden öğretmen olamam, insan hiç olamam sanırdım.

……..

Beşinci sınıfın sonuna doğruydu, Müsli okula gelmedi bir gün. Sonra bir gün daha gelmedi. Ertesi gün de gelmedi okula Müsli bir sonraki günde.

Müsli okula gelmedi ya, ders anlatırken gözlerim pencere kenarı en arkanın bir önündeki sırada… Arada sesim dalgalanıyor, ağlayacak gibi oluyorum… Nedensiz bir sıkıntı var içimde. 

Müsli okula gelmedi… Her gün binlerce kurşunun sıkıldığı Cizre’de o kurşunlardan biri mi geldi Müsli’ye?

Müsli’ye bir şey mi oldu? O köy kokan, hüzün kokan bakışlar tamamen söndü mü? Maraş gibi değil ki gidip bakayım, varıp sorayım, sorup öğreneyim…

Ve bir gün…

Daha evlat sevgisi tatmamış ama, Müsli’yle “babalık duygusu” nedir öğrenmeye başlamış yüreğimin usulca kanadığı, hafif hafif sızladığı bir gün…

“Müsli evleniyormuş öğretmenim” dedi bir öğrencim…

“Müsli evleniyormuş…”

Afalladım iyice… Yok yok afallamadım aslında aptallaştım tam anlamıyla. Evlenmek neydi, nasıl bir şeydi, kimler evlenirdi, Müsli kimdi, kaç yaşındaydı?

Müsli neden evleniyordu?

Müsli’nin kaybolduğu o derin çukur var ya… Hani pencere kenarından boş boş bakarken dalıp dalıp gittiği o derin çukur. O çukurda kaybolduğumu hissettim. Başım, döndü, midem bulandı, kocaman bir el boğazımı sıkmaya başladı… 

Nefes almakta zorlandığımı hissettim. Bir süre sonra nefes almak için bir çaba içinde olmadığımı da fark ettim.



O hızla Müsli’nin evine gittiğimi, yaşlı babasına bas bas bağırdığımı hatırlıyorum. Biri gelsin, bir kurşun sıksın yerinde olmayan kafama ve oracıkta öleyim ama Müsli evlenmesin.

Müsli diri diri gömülmesin… Çocuk Müsli, zoraki büyütülmüş Müsli, masum, mazlum, saf Müsli cehennem çukuruna atılmasın da beni yaksınlar diri diri üzerime benzin döküp…

Müsli bir ömür süründürülmesin de beni süründürsünler Cizre sokaklarında bir arabanın arkasına bağlayıp razıyım… 

Müsli’nin parça parça olmuş yüreğine kıymasınlar, bana kıysınlar, beni parça parça etsinler vallahi razıyım…

Müsli nedir, evlenmek nedir?

Müsli evlenecekse yaşamak nedir, insanlık nedir?



Müsli evlendi…

Müsli’yi başlık parası karşılığı zorla evlendirilmek istendiği için intihar eden ablasının yerine aynı adama karı ettiler.

Müsli 23 yıldır babası yaşındaki adamın tecavüzüne uğruyor.

Ana razı…

Baba razı…

Müsli razı…



Kişinin rızası varsa

Tecavüz yoktur… Öyle mi?