MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, "Tweett attı diye göz altına alınan gazeteci; eleştirdi diye tutuklanan on altı yaşındaki çocuk; senaryo yazdı diye terörist ilan edilen televizyoncu, birer Türkiye gerçeğidir. Sınır Tanımayan Gazeteciler Derneği'nin Basın Özgürlüğü Endeksi'nde Türkiye; 180 ülke arasında 154’üncü sırada gösteriliyor. Basın ve ifade özgürlüğü Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ı övme ve sevme özgürlüğüne dönmüştür. " dedi.

Meclis'te basın toplantısı düzenleyen Özcan Yeniçeri, cumhurbaşkanının uçağına aldığı gazetecilerin tamamının kendisini alkışlamaktan elleri nasır bağlamış gazeteciler olduğunu belirterek,"Medyayı Alo Fatih hatlarıyla televizyonları dizayn eden, batsın sizin gazeteciliğiniz diyen, Twittter mıvıtır dinlemeyen, gazetecilere akbabalar, tasmanızı çıkarttık diye hakaret eden, Türkiye’nin medya patronlarını ‘köşe yazarı, hâkim olamıyorum diyemezsiniz’ diyen kendisini, medyanın patronlarının patronu gören bir cumhurbaşkanı var. Türkiye’nin bir gazetecinin rahatsız edici ‘soruları sorabilmesi ve başına hiçbir şey gelmeden evine gidebilmesini’, basın özgürlüğü olarak tanımlayan bir de başbakanı var. Yalnız bu veriler bile demokrasi ile basın ve ifade özgürlüğü konusunda Türkiye’nin bulunduğu yeri özetliyor. AKP döneminde gazeteciler, ya onur ya konfor, ya erdem ya ekmek, ya örs ya çekiç arasında bir seçim yapmaya zorlanmıştır. AKP döneminde basın çalışanları iki sınıftır. İktidarın yanındakiler; tok esirler; Gerçeklerin yanındakiler ise aç özgürler sınıfını meydana getirmiştir. Sansürcü, Baskıcı ve Yasakçı İktidar!" diye konuştu.

"Türkiye hikmetinden sual edilemeyen bir kişi tarafından yönetiliyor." diyen Yeniçeri, başkanlık sistemi tartışmalarına değindi: "Erdoğan Başkanlık için ‘ABD’de padişahlık olmuyor da, Türkiye’de niye oluyor’ diyor.
Bunlar Erdoğan’a ait ve başkanlığı kutsayan sözlerdir. Bu ifadelerin tamamı tartışılır açıklamalardır. G.20 ülkelerinin 10’u başkanlıkla yönetiliyorsa demek ki onu da Parlamenter sistemle yönetiliyor. Türkiye’de yüz elli yıllık parlamenter sistem uygulanmaktadır. Parlamenter sistem deneyimi vardır. Yüz elli yıllık deneyimi yok saymak yanlıştır. Erdoğan, Başkanlık sisteminde ‘Meclisin vermediği yetki kullanılamaz’ diyor. Ama aynı Erdoğan, Anayasa’nın kendisine vermediği yetkileri kullanmakta bir sakınca görmüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anayasanın açıkça Cumhurbaşkanının tarafsız ve siyaset üstü olduğunu söylüyor. Halbuki, Erdoğan Anayasaya rağmen siyaset yapıyor ve tarafsız davranmıyor. Erdoğan, Başkanlık sisteminde ‘TBMM’nin vermediği yetki kullanılamaz’ diyor. Anayasanın vermediği yetkiyi kullananların, TBMM’nin vermediği yetkiyi kullanmayacağını kimse garanti edemez! Parlamento ve yargı denetimi Başkanı sınırlandırır. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, mevcut parlamenter sistemde yargıyı hallaç pamuğu gibi atıyor. Deniz Feneri davasında yargılayanları yargılatıyor, yargıyı pranga gördüğünü her fırsatta dile getiriyor. Erdoğan, Başkanlık için ‘ABD’de padişahlık olmuyor da, Türkiye’de niye oluyor?’ diye soruyor. Çünkü ABD’nin padişahlık gibi bir geçmişi yoktur ve Türkiye’nin altı yüz yıllık padişahlık geçmişi vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkça Cumhurbaşkanlığıyla yetinmek istemiyor. Türkiye’nin yalnız Cumhurbaşkanı değil her şeyi olmak istiyor. İstediği Türkiye’ye uygun değil kendisine uygun bir Başkanlık sistemidir. Hikmetinden sual edilemeyen, dokunulamayan, kutsanan ve hesap sorulamayan bir Başkanlık olsun istiyor. Daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'yüz milyon dolar sen ver...', 'sıfırla', 'on milyon doları geri gönder. Onlar kucağa oturacak' sözlerinin ne anlama geldiğini kendisine soracak bir Başbakan ya da hükümet olsun istemiyor. Kendisine bağlı, kendisinin her şey olduğu, hikmetinden sual olmayan bir sistem oluşsun istiyor. Bunun yolunun da Başkanlıktan geçtiğini düşünüyor. Bekleyip halkın bu konuda ne yapacağını hep birlikte göreceğiz!" şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Amerika'dan iadesiyle ilgili yaptığı açıklamalarının sorulması üzerine Yeniçeri, "Sayın Başbakan'ın bir cemaat liderini muhatap alarak bununla ilgili bir takım operasyonlar yapılmasını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en temel meselesi olarak görmesi ve bunu da kamuoyu ile paylaşması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. PKK teröristlerinin, PKK'nın paralel devlet kuran unsurlarını Almanya'dan, Fransa'dan, İngiltere'den batıdan ihraç edilmesini, kovulmasını istemeyen bir cumhurbaşkanının 17/25 Aralık'ta kendi ayıplarını ortaya çıkardığını sandığı bir cemaatin liderine bu şekilde uluslararası bir mesele haline getirmesi, gerçekten üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir husustur. Gittiği yerde Türk okullarını kapatın diyor, Fethullah Gülen'in çıkarılmasını istiyor. Kafayı takmış Fethullah Gülen'e, paralel yapıya ve aynı şekilde cemaate, bunun dışında sanki Türkiye'de başka hiçbir mesele yokmuş gibi bir davranış içerisine giriyor. Bunu ben bir çaresizlik, saplantı, bir paranoya olarak görüyorum. Türkiye'de meydana gelen bütün bu olaylardan kim sorumlu olduğunun cevabını önce ortaya koyması lazım. Yoksa ayakkabı kutularının içine 4,5 milyon doları Fethullah Gülen'in koyduğunu, ya da Zafer Çağlayan'ın koluna 700 bin liralık saati cemaatin taktığını herhalde söyleyemez. Çıksın önce onların bir hesabını versin, hangi kaynaklardan ortaya çıktığını ifade etsin, bunlarla bir bağ kursun ondan sonra oturup bu konuyu düşünelim. Senin Milli Güvenlik Kurulu'nun, sen diyorsun sen oynuyorsun. Senin yargın, sen beraat ettiriyorsun. Senin Meclis'in, senin oylarınla yolsuzlar yollu hale geliyor." karşılığını verdi.