CHP Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 1990'ları yaşayan biri olarak uyarıda bulunıp, "Şiddet sarmalına bir kez kapılınca, bunun içinden çıkmak çok zordur. O dönemi, o yılları, olayların ortasında kalmış bir sivil, bir sıradan vatandaş olarak yaşamış biri olarak söylüyorum; bir daha şiddetin şiddeti doğurduğu, tetiklediği yılları, dönemleri kimse yaşamamalıdır." dedi.

'HER ÖLÜM, YAKINLARI AÇISINDAN FELAKETTİR'

Konuya ilişkin bir açıklama yapan Tanrıkulu, Türkiye’yi adım adım içinden çıkılmaz şiddet sarmalına sürükleyen siyasi akla karşı barışçıl çözümü tesis etmek, otuz yıldır çatışmalara ve ölümlere tanık olan herkesin görevi olduğunu ifade etti. 20 Temmuz’da Suruç’ta gerçekleştirilen katliamdan itibaren hemen her gün, Türkiye’nin dört bir yanından can kayıpları haberlerini almaya başladığını dile getiren Tanrıkulu, "Gençlerimiz, çocuklarımız, canlarımız yine toprağa düşmeye başladı. 1990’ların, 2000’lerin yasını bile tutamamışken, yakın geçmişle bile hesaplaşamamışken yeni bir şiddet sarmalına girmenin bedelleri hepimiz açısından çok ağır olacaktır. Bugünlerde yaşamını yitiren insanlarımız genel kamuoyu tarafından zamanla unutulsa da aileleri açısından hiçbir zaman unutulmayacaktır. Her ölüm, yakınları açısından felakettir. Bu felakete dur demek ise ölümden beslenmeyen, kin ve intikamla hareket etmek yerine yaşatmayı önceleyen hepimizin görevidir." diye konuştu.

Çözüm sürecinde yapılan büyük hatalara, barışın toplumsallaştırılmasının önüne konan engellere, kalıcı barış odaklı çalışmaların yapılmamasına yönelik eleştirilerinin olmakla birlikte, çatışmaların yaşandığı bugünlerde önceliğin ölümlere dur demek olduğunu vurgulayan Tanrıkulu, Türkiye'nin, Kürt sorunu konusunda yeterince ders çıkarabilecek kadar felaketler yaşadığının altını çizdi.

'BÜYÜK FELAKETİN SINIRINDAYIZ VE BUNA KARŞI DURABİLİRİZ!'

"Bu ülkeye yeni felaketler yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur!" diyen Tanrıkulu, şöyle devam etti: "1990’ları yaşayan biri olarak uyarıyorum; şiddet sarmalına bir kez kapılınca, bunun içinden çıkmak çok zordur. O dönemi, o yılları, olayların ortasında kalmış bir sivil, bir sıradan vatandaş olarak yaşamış biri olarak söylüyorum; bir daha şiddetin şiddeti doğurduğu, tetiklediği yılları, dönemleri kimse yaşamamalıdır. Suruç’taki IŞİD saldırısından sonra, terörü konuşmak için Meclis’in toplantıya çağrılması öneren milletvekillerinden biri olarak, bugün, ülkemizde nasıl güvenlikli bir ortam yaratabiliriz meselesini hemen tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu Meclis’te çatışmayı, silahı gerekçelendiren değil dışlayan bir politikada ortaklaşmak durumundayız. Hâlâ silahların değil, siyasetin konuşabileceği noktayı kaybetmiş değiliz. Büyük felaketin sınırındayız ve buna karşı durabiliriz! Fakat şiddet derinleştikçe siyaset kurumu da hükmünü yitirmeye başlar. Barış hedefini feda etmeden, Kürt Sorunu’nun askeri yöntemlerle değil, Meclis’te, Meclis’teki parti gruplarının müzakeresi ve diyaloğu öncülüğünde çözmek mümkündür. Bunu beraberce başarabiliriz. Güvenlik, sosyal ve ekonomik refah ancak, insan haklarına saygılı, insanı önceleyen politikalarla mümkündür. İnsan hakları konusunda sicili oldukça kötü durumda olan; gittikçe de kötüleyen ülkemizde en büyük önceliğimiz de, insan haklarını politik gündemin en üst maddesi olarak birinci sıraya koymak ve ekonomiden güvenliğe, tüm konularda da insan hakları eksenli bakışı ortaya koymak olmalıdır."