DSP Genel Başkanı Masum Türker, 7 Haziran’daki seçimin ülke açısından bir dönüm noktası olacağını belirterek, "Türkiye, geleceğindeki değişimi-dönüşümü sağlayacak bir seçime hazırlanıyor. Bu seçim Türkiye’nin gelecek 50 yılını etkileyecek." dedi.

Erzincan Gazeteciler Cemiyeti'nde basın toplantısı düzenleyen Masum Türker, hedeflerinin barajı aşmak olduğunu ifade etti. Türker, "Bir hafta önce yaptığımız tespit bu hafta da değişmedi. O tespit şuydu. Görünen o ki gerek AK Parti'ye gerekse ana muhalefet partisine geçtiğimiz seçimdeki yarışta başka partilerden verilmiş olan ödünç oy sahipleri hala kararsızlıklarını sürdürüyorlar. Bunlar kendi partilerine mi verelim yoksa geçen seferki gibi; AK Parti'ye verenler AK Parti'ye, CHP’ye verenler CHP’ye. Bu bizim tespitimizi artık yavaş yavaş ulusal medya da görmeye başladı. Önce Cumhurbaşkanı bunu açıkladı. Ardından bir kombinasyon düşünenleri bir telaş aldı. Çünkü Türkiye için düşünülen kombinasyon yeni yapı AKP-CHP ve Kemal Derviş ortaklığında bir hükümet modeliydi. Bunu yaklaşık 10 gündür söylüyorum. Bu konudaki haklılığım hem sayın Kemal Derviş’in medyaya yansıyan konuşmalarından hem de Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarından; böylesi bir kombinasyona karşı, böyle bir koalisyon yapısına karşı muhalefet edip 'gerekirse bir yıl içinde erken seçime gideriz, azınlık hükümeti kurarız' demesinden anlıyoruz. Bu nedenle bu seçime Türkiye’nin dönüm noktası gözüyle bakabiliriz." şeklinde konuştu.

50 YILI BİÇİMLENDİRECEK BİR SEÇİM

Önümüzdeki 50 yılı biçimlendirecek bu seçimden sonra eğer erken seçim yapılmazsa hem Cumhurbaşkanlığı, hem belediye seçimleri hem de genel seçimlerin bir arada yapılacağını kaydeden Türker, bununla ilgili endişelerini ise şöyle paylaştı: "Eğer Cumhurbaşkanı Türkiye’de doğacak bu koalisyon yapısına itiraz edip erken seçime götürürse ve hele hele başta HDP, DSP, Selamet gibi şu anda iddialı olan partiler Parlamento dışında kalırlarsa dünya kamuoyunda Türkiye’de meşruiyeti olmayan bir idarenin kurulduğunu söylemeye başlayacak. Şu anda bile yatırımcılar, sermaye çevreleri ve uluslararası camiaya yön veren kamuoyu Türkiye’deki bu seçim sonucunda meşruiyeti olmayan bir yapı oluşursa ne olur diye bizleri ziyaret edip soruyorlar. Hatta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Kuruluşu AGİT ilk defa Türkiye'de olduğundan fazla gözlemci bulundurma kararı verdi. Bu gözlemci bulundurma kararı son iki haftadır siyasi partilerin de görüşünü, kamuoyun da görüşlerini aldıktan sonra bunu kararlaştırdı."

'MUHALEFETİN ÖNÜNDE ÜÇ BARAJ VAR'

Bu seçimin yeniden doğuşun seçimi olabileceğini de ifade eden Türker, şunları söyledi: "Demokratik Sol Parti'nin hedefi barajı aşmaktır. Ama bu karmaşanın başka bir nedeni de var. Bu dönem baraj üç tanedir. Birinci baraj Parlamento'ya girme barajı. İkinci baraj da yakın zamanda yapılacak olan seçimlere hazırlanmak için, devlet yardımı almak için baraj yüzde üçe düşürüldü. Yani herhangi bir parti yüzde üçün üzerinde alacağı her oy için devlet yardımı alacak. Üçüncü baraj da medya barajıdır. Çünkü medya basın seçim döneminde partilerin haberini yapıyorsunuz. Ama seçimin sona erdiği dönemde partilerin de medya tarafından izlenmesi için belli bir tabanının olması gerekiyor. İşte bu beklentimiz. Bu dönemde bunun oluşmasıdır. Bu üç barajdan biz nasıl olsa birinci baraj bütün barajları kapsıyor diye Parlamento'ya girme barajını hedef alıyoruz."

'EN ÖNEMLİ SORUN YOKSULLUK, İŞSİZLİK VE ÖZGÜRLÜK'

Türkiye’nin sorunları nedir diye araştırdıklarında en önemli sorunları yoksulluk, işsizlik ve özgürlük olarak tespit ettiklerini ifade eden Türker, "Özgürlükte üç noktada ele alınıyor. Yapı olarak insanların özgürlüğü, toplumun özgürlüğü ve medya özgürlüğü. Bunu sağlayabilirsek mutlu insan sağlarız. Bu da Türkiye’nin güçlenmesini gerektiriyor. Eğitimin kalitesi şu anda, Türkiye şu anda eğitim kalitesinde 71 ülkede yapılan araştırmada 41. sırada. Bu bizim 19. büyük Türkiye’ye çok geri bir rakam. Bu nedenle eğitim sistemindeki 4+4’ü değiştirip yeniden yapılandırmayı hedefliyoruz ve anaokulu dahil 12 yıllık eğitim sistemini devreye sokuyoruz. Bu eğitim sitemini söylerken başta Cumhurbaşkanı olmak üzere eğitimi din siyasetine alet etmek isteyenler var. Bu eğitimin bu süreç olmasıyla imam hatip okullarının kapatılması amaçlanmıyor. Yani imam hatip okulu için alınması gereken öğrenci sayısı kadar bu eğitim sisteminde onlar için ayrıcalıklı bir yapının oluşturulması mümkün. Eskiden de mümkündü. Ama maalesef dini siyasete alet etmek için bunu yapıyorlar." şeklinde konuştu.

'KRİZ ÇIKMASINA GEREK YOK, ZATEN ŞU ANDA KRİZ İÇERİSİNDE YAŞIYORUZ'

Türkiye'nin şu anda bir açık masrafları karşılayamayan ülke durumunda olduğunu kaydeden Masum Türker, sözlerine şöyle devam etti: "Özellikle 2003 yılının başından 2014 yılının sonuna kadar Türkiye’nin ödediği faiz miktarı ve kar payı yani yurt dışına transfer edilen miktar 265 milyardır. Bu, Türkiye’nin bu seçimde neoliberal kararla sosyal adalet yaklaşımı, faiz politikaların mücadelesi gibi görünüyor. Türkiye'de soruyorlar eğer AKP iktidardan giderse bir kriz çıkar mı? Kriz çıkmasına gerek yok zaten şu anda kriz içerisinde yaşıyoruz. Türkiye’nin kriz içinde yaşadığı, cari açığın nereden geldiği belli olmayan paralarla izahıdır. Türkiye'de şu ana kadar gazeteciliğin, şu ana kadar özgür yapılamamasının temel nedeni egemen sermayenin Türkiye'de yavaş yavaş nüfuz etmesidir. Ama buna karşılık yerel basın bu baskılara, bu olanaksızlıklara, özgürlüğün rahat kullanılmamasına rağmen samimi bir şekilde bu gazetecilik mesleğini yerine getirirken onların da baskı altında kaldığını ve bu seçim sonrası onları yeni bir sürecin bekleyeceğini biliyoruz."

'BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ÇOK ÖNEMLİ'

Türker, basın özgürlüğü konusundaki düşüncelerini de şöyle ifade etti: "Özgür basın konusunu paylaşmak istiyorum. Bugün beni kardeşim aradı. İşyerine gelmiş ve iş yerinde 'Eski Türkiye' adlı bir gazete bulmuş. Kapıya bırakılmış. Eski Türkiye’ye bakmış başta sayın Aydın Doğan ve müesseseleri olmak üzere hedefe alan eski yazıları eski yapılanları koyup bunların eski Türkiye olduğunu söylemişler. Yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için muhtar olamaz denmiş, ama onları unutuyorlar. O lafları söyleyen rakibi siyasilerdi. O yorumları gazeteye mal etmek yanlıştır. Yani şimdi ben Cumhurbaşkanı ya da Başbakan için bir laf söylesem o lafı siz yazarsanız o lafı siz yazmıyorsunuz sizin manşet yapmanız, o konuşmada bilgiyi verenin ana temasını kısa sözcüklerle getirmenizdir. Aslında ben o eski Türkiye’yi yayınlamayı basın özgürlüğünü ve basının iletişim görevini karalamak olarak değerlendiriyorum. Bir medya her şeyi söyleyebilir. Mesela biz DSP’liler 2002 yılında bir sivil darbe ile seçimi kaybettiğimizi ve o tarihte bütün gazetelerin başta rahmetli Genel Başkanımız Bülent Ecevit olmak üzere bizler için attıkları manşetleri bizler dile getirmiyoruz. Gazetenin birisi ben bu ödemeleri yaparken çiftçiye, memura zam verirken, ben ulusal duruş içindeyiz demiştim. Ulusal duruş başlığı altında beni alaya almıştı. Ben hiçbir zaman o gazeteciye kızmadım. Hatta o gazeteci ile görüştüğümde kızmadın mı diye sordu. Ben de neden kızayım, görevini yapıyorsun dedim. Ben böyle dediysem dinleyenler öyle algılayacak. Tersi de algılanacak. Ya da o dönem Bülent Ecevit için söylenenleri biz hiçbir zaman gündeme getirmedik. Veya halen zaman zaman Bülent Ecevit’in nezaketini bir olumsuzlukmuş gibi Bush’un önünde eğildi diye göstererek koyuyorlar ama Bush’un, Ecevit’in önünde karşıladığında eğildiği resmi koymuyorlar. Bu gayet doğal. O gün ki Türkiye'de her gazetecinin kendine göre bir tercihi vardı. Bunu bahane edip eski Türkiye ile birçok yazar çizeri, birçok gazeteciyi Türkiye’de bir medya gurubu başkanı sayın Aydın Doğan’ı suçlamak, diğer taraftan paralelcidir diye bazı yayın organlarının kapatılması için seçim öncesi susturmak gerekir deyip arkadan bir savcının, erklerin bağımsızlığını unutup bu konuda susturun diye yazı yazması, bunlar kabul edilebilecek şeyler değil. Maalesef Türkiye Birleşmiş Milletler'e üye olan yaklaşık 190 ülke içinde medya özgürlüğü açısından fiili dip araştırmasının havuzuna göre 176 sıradadır. Bu 176 sırada oluş yalnız medya kuruluşlarının ekonomik ya da siyasi baskı altında kalmaları değil, medya çalışanlarının da özgürlüklerinin ve güvenini sağlayacak, onların ücretlerini ya da fikirlerini savunabilecek haklardan mahrum kalmalarıdır. Onun içindir ki görüyorsunuz iktidarın borazanlığını yapan sözde gazeteciler yorumcular çıkıyor. Esas gazeteciler işsiz iken gazeteci olmayanlar yazıp çizip bugün bu olayları söylüyorlar. Bu özgür medyanın tekrar Türkiye’de tesis edilmesi gerekir. Bu konuda ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan nede iktidar gurubunun nede muhalefetin bizlerin itiraz etmeye hakkı yok."

'POLİS ŞEFLERİ BİLDİKLERİNİ ANLATSIN'

Polis operasyonlarına da değinen Türker, "Uzun süre bir şey söyledim. Bu polislerin görevden alınmasıyla ilgili, medya tam özgür olmadığı için kendi yayınlarında söyleyenler bile çekilip onu büyütmediler. Söylediğim şey şu; şu anda paralelci diye Silivri'de yatan polis şefleri. Ya da haklarında haklarında söylenenler. Başbakan'ın ne istediğini, özel olarak onları çağırıp konuştuğunda söylerse yer yerinden oynar demiştim. Bu konudaki haklılığım bugün ortaya çıktı. Başbakan bu böcek ile ilgili olanların bazılarını affetti. Affetmek zorunda kaldı. Bazı polislerin de ilk defa şefleri konuştu. Başbakan'ın MHP oylarını kaydırın, şu oyları kaydırın diye açıklamaları bu da gösteriyor ki şu anda polis şefleri görevsiz kaldıkları halde, kimilerinin apoletleri sökülüp emniyet müdürlükleri alındığı halde aslında Başbakan'ın onlardan özel isteklerini gündeme halen getirmiyorlar. Aslında onlara da buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Sizden talep ettiği ve yaptığı bütün o yasa dışı dinlemeleri, yapıları açıklamaktan korkmayın, Türkiye’ye bunlardan zarar gelmez. Tam tersine Türkiye’yi açıklığa kavuşturursun." dedi.

Türker, başkanlık sistemi ile ilgili "Meclis'i bırakıp, içinden hükümet çıkmasını bırakıp başkanlık sistemi yapmak yarın öbür gün Türkiye’nin bu bulunduğumuz coğrafyada parçalanması demektir. Türkiye’nin kendi içinde ötekileştiren kutuplaştıran kavga eden bir yapı demektir." değerlendirmesini yaptı.