Kahramanmaraş Türk Ocakları Şubesi geçtiğimiz Cumartesi akşamı Necip Fazıl Kültür Merkezi'nde yeni bir konferansı verdi. Dış Politika ve Güvenlik Politikası Uzmanı, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin de Danışmanı olan Hatay/Dörtyollu Prof. Dr. Celalettin Yavuz, “Ortadoğu ve Doğu Akdeniz Kargaşasında Türkiye” başlıklı ilgiyle izlenen bir konuşma yaptı.

2004'te Deniz Kuvvetlerinden Kurmay Albay rütbesiyle emekli olmakla birlikte akademik kimliğiyle birçok Üniversitede öğretim üyeliği ve dekanlık yapan Profesör Yavuz, Orta Doğu'daki genel siyasi durumu özetledikten sonra Kahramanmaraş'ı da yakından ilgilendiren Suriye'deki iç savaşın etkileri, IŞİD terörü, Meclis'ten en son geçen “Tezkere” ve Kıbrıs civarında gerilen deniz sahalarının paylaşımıyla ilgili konularda görüşlerini açıkladı. Türkiye'de Güvenlik Politikası alanında çalışanların çok yakından tanıdığı Prof. Dr. Yavuz'un konuşmasından satırbaşları şöyledir:

Türkiye'de AKP hükümeti Suriye'deki ”˜Arap Baharı'nda ilişkilerin geleceğinde doğabilecek ekonomik, sosyal ve güvenlik risklerini göremedi. Rüzgâr ekti, fırtına biçmek mecburiyetiyle karşılaştı. Azami 100 bin sığınmacı düşünülürken, sığınmacı-mülteci toplamı 2 milyona yaklaştı. “Esad ya gidecek, ya gidecek” yanlışlığı, mantıki bir “B Planı”nı önledi. Başkalarına âlet ve popülist politikayla “Değerli Yalnızlığa” mahkûm olundu.

İlk kez yabancı bir ülkede rejim değiştirmek için silahlı muhalefete topraklarında destek verme riskine girildi. Bu gelişme iç güvenliğimizi tehdit etmeye başladı. Suriye'deki krizin Türkiye'ye sosyolojik (sağlık, eğitim, kültürel), ekonomik, güvenlik (IŞİD ve diğer), asayiş ve iç güvenlik (Terör, Canlı Bomba, Kaçakçılık “Mazot, İnsan, Silah ve diğer”) etkileri oldu.

Türkiye-Suriye ticaret hacminin hedefi 2012 sonunda 5 milyar dolardı. Yaklaşık 450 bin ticari araç Türkiye'den Suriye'ye geçiş yapıyordu. Bunlar ve Türkiye-Suriye arasındaki sınır ticareti durdu. Böylece Kilis, Gaziantep, Mardin ve Hatay ekonomisi giderek olumsuz etkilendi. Bu ticaretten sadece Gaziantep ve Hatay'ın yaklaşık 2'şer milyar dolarlık payı vardı. Karşılıklı ziyaretlerle otellerden, baklavacılara, taksiciden kebapçıya kadar birçok esnaf olumsuz etkilendi. Türkiye'nin Suriye ve Orta Doğu'yla ekonomik ilişkileri durdu.

Türkiye, taraflarla daha mesafeli ilişki kurup, çözüm için arabulucu olmak, Suriye halkına, bölgeye ve ülkemize en iyi hizmet vermek yerine tersini yaptı. Muhalefet, hatta silahlı olanlar açıktan desteklendi. Batılı müttefiklerin tutumu öngörülemedi, uyarılar dikkate alınmadı. Kendi gücüyle asla yapamayacağı rejimi devirme misyonunda öne çıkıp ortada kaldı.

Suriye'deki silahlı muhalefete yardım, tehdit olarak döndü. Suriye'nin bugününün Esad rejimiyle yönetimden daha tehlikeli olduğu, son zamanlarda büyüyen IŞİD, Irak ve Suriye'den Türkiye sınırına yeni dalgalar halinde mülteci akınına sebebiyet vererek daha da şiddetlendi. İlaveten el-Kaide tehdidi ile PYD'nin sözde özerkliği de Türkiye'nin toprak bütünlüğü ve iç istikrarını olumsuz etkiledi. Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye külfeti beklenenin çok üzerinde ve telafisinin zor olacağı anlaşıldı.

AKP iktidarının Suriye'de “kan davası” güdercesine kapris, kişisel hınç ve kinle dış politika yapmayı bırakması gereklidir. Büyüyen ve 2 milyonu bulan Suriyeli ile Iraklı mülteci sorunları ile sınıra dayanan IŞİD tehdidini en ekonomik, mantıklı ve güvenli şekilde etkisizleştirmenin yolu Suriye'de işbirliğinden geçmektedir. Türkiye “B Planı” olarak Esad rejimiyle uzlaşma yoluna gitmeyi de düşünmelidir. Bunun şartları olgunlaşmıştır ve Türkiye'nin şartı, Özgür Suriye Ordusu (ÖSÖ) ve ülkesine dönecek mültecilere hayat garantisi olmalıdır.

IŞİD, pek çok kişi tarafından “ABD ve İsrail” güdümlü olarak ileri sürülse de, radikal Sünni bir örgüttür ve militanları el-Kaide elemanları gibi “Cihatçı” özellikler taşımaktadırlar. IŞİD, ABD'nin 2003 Irak işgalinden sonra kurulmuş, ABD zımnen de olsa kurulmasına sebebiyet vermiştir. Saddam Hüseyin döneminin tüm devlet erkânı ve askerlerinin ABD işgali sonrasında kurulan yeni Irak'ta sistem dışında bırakılması, hem Irak'ta devlet yönetiminde bir boşluk, hem de acemi ve tecrübesiz yeni silahlı kuvvetlerle kolu kanadı kırık bir kuvvet haline getirilmiştir. Keza, bu durum Baasçılar ve Sünni kesimde “mağdur” edildikleri algısını yükseltmiş, bu sebepledir ki Sünni IŞİD'e teveccühte fazla zorlanmamışlardır. IŞİD, Şii iktidarın da yanlışlarıyla tüm yeni rejimin karşıtı Sünnileri bir çatı altında toplamıştır. Benzer şekilde Suriye'de de Esad rejimine karşı başlatılan iç savaşta Sünniler arasında barınma ve gelişme imkânı bulmuş, Irak ve Suriye'deki otorite boşluğundan büyük ölçüde yararlanmıştır.

IŞİD, Sünni kitleye karşı da vahşet yüzünü gösterince, başlangıçta IŞİD'e operasyona temkinli yaklaşan Suudi Arabistan da tüm dünyayı bu ortak tehdide karşı mücadeleye çağırdı. Çünkü IŞİD, bölgedeki monarşi rejimlerine karşı da en çok onların Sünni kitlesi içerisine nüfuz ederek tehlike yaratmaya başladı. IŞİD, bir taraftan “terörize” tutumuyla vahşi bir terör örgütü görünümündeyken, diğer taraftan girdiği yerlerde düzen kuran, bir devlet yönetimi örneği de vermektedir. Silahlı militan sayısının yurt dışından gelenler de dâhil, 100 bin kişiye kadar çıktığı ileri sürülmektedir. Bu özelliği biraz da olsa Afganistan'daki Taliban yönetimini andırmaktadır. Ancak çok daha sert ve acımasız olmak farkıyla!

IŞİD'in Irak'taki çıkışı, Kerkük ve bölgede hâkimiyetini pekiştiren Irak Kürt yönetimine, Barzani'nin peşmergelerine yardım eden PKK terör örgütüne de “meşruiyet” konusunda yardımcı oldu. PKK, ABD'yle “müttefik” sıfatına yaklaştı, “terörist” kisvesinden çıkış için zemin yakaladı. Barzani de bağımsız devlet ilanı için siyasi ve silah desteğini oldukça arttırdı.

Türkiye ise, bir taraftan “PYD ile PKK'nın bir farkı yok!” ve ayrıca “PYD ile IŞİD'in bizim için farkı yok!” derken, ardından PYD-PKK'ya yardım için peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu'nun Kobani'ye geçişine köprü olmuştur.

“Türkiye'nin ”˜Milli savunma ihtiyaçları' için tezkere gerekliydi!” diyen Yavuz, Kobani bahanesiyle terör örgütünün “Açılım”ının da milleti kandıran bir balon olduğunu açıkladı.

Son konu son günlerde Doğu Akdeniz'de yalnızlaşan Türkiye'nin Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İsrail ve Mısır'la yaşadığı “Münhasır Ekonomik Bölge” (MEB) sorunuydu.  Türkiye, Doğu Akdeniz'de deniz sahalarının paylaşımı yapılıncaya kadar ısrarcı olmalıdır. Bu hayati konuda, artık unutulmuş olunan, “Devletin ortak aklının sigortası” Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşleri mutlaka dikkate alınmalıdır.