Star'dan Fadime Özkan'ın sorularını yanıtlayan AKP'li Mahir Ünal, cemaat ile yaşanan gerilime ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Ünal, cemaatin siyasi pozisyonunu değiştirdiğine yönelik izler gördüklerini belirtti.

Star'da yer alan röportajın ilgili bölümü şöyle:

Peki. Son zamanların en hararetli gündemine geçelim izninizle: Hükümet-Cemaat gerilimi Fethullah Gülen'in “kimsenin devletin başındaki iktidarla bir savaşı olamaz” dediği son açıklamasıyla sükûn bulur mu? 

Demokratik bir sistemde sivil toplumun siyaset, iktidar ve devletle ilişkisi nasıl olmalı? Sorusunun cevabı önemli. Az önce konuştuk. Bir siyasi parti bir hükümlü ile konuşup buna göre siyaset belirleyemeyeceği gibi, burada da bir siyasi parti bir sivil kanaat önderiyle de çatışma alanı oluşturmaz. Oluşursa o zaman biz demokratik bir sistem inşa edemeyiz. Demokrasilerde sivil toplum kendi misyonu doğrultusunda siyasi pozisyonunu sandıkta belirler. Tanımların sınırların çerçevelerin doğru konulması gerekiyor ki doğru kavranılsın doğru kararlar alınsın. Camia Cemaat Hizmet nasıl isimlendiriliyorsa sivil alanda hareket eden ve siyasi iradeden ancak kendi çalışmalarıyla ilgili toplumsal taleplerde bulunabilecek bir yapıdır. Bu yapı sanat alanında faaliyet gösteren bir STK da olabilir, bir yardım cemiyeti ya da hizmeti misyon edinmiş bir camia da. Devletle hükümetle kurdukları ilişki bir toplumsal talep ve müzakere çerçevesinde olabilir. Bu çerçevede siyasi pozisyonlarını da değiştirebilirler. Mesela camianın son dönemde yayın organlarında bu pozisyon değişimin izlerini görüyoruz. Birçok konuda işin aslını öğrenip yazmak varken CHP tarzı argümanlara daha çok yer veriliyor. Bunun en somut örneğini dershaneler ve Sayıştay konusunda yaşadık.

Siyasi talepleri olabilir ama dayatamazlar mı diyorsunuz?

Hayır, dayata da bilirler. Ama bir STK kendi taleplerini gerçekleştirebilmek, Hükümeti ikna etmek için meşru yolları kullanabilirler. Bu meşru yollar demokrasinin kendi kuralları içinde anayasal çerçevede belirlenmiş olan yollardır.

Dershane tartışması diye başlayan ama öyle olmadığı anlaşılan tartışmada Cemaat sahip olduğu tüm araçları seferber ederek meşru yollardan bir talepte bulundu aslında. Yani bir siyaset dayattı ve kapatamazsın! dedi.

Zaten kapatan yok, bir dönüşüm söz konusu. Ama bir siyaseti ve zorunluluğu dayatamazsınız. Ben Mahir Ünal olarak şunu görüyorum: Sorun 1) Medya üzerinden toplumda yaratılan algı. Sorun 2) Medyadaki bazı yazar ve yorumcuların meseleyi bir gerilim alanına taşımaları sorun 3) Üretilen bu gerilim alanı üzerinden tarafların sorunun bir parçası haline gelme riski.

Bu kadar mı?

Bence bu kadar. Ben bu meseleyi büyük kavga, büyük çatışma, gerilim alanı olarak görmüyorum, düne kadar ittifak edenler bugün çatışmaya başladılar gibi dramatize etmiyorum.

Hâlbuki mesele dramatize edilmekten kriminalize edilme aşamasına varmış gibi görünmüyor mu size de? Başbakan da soru yöneltildiğinde “karşı taraf” dedi, “ne istediler de vermedik” dedi? 

Sayın Başbakan'ın söylediği tam da bu: Herkesin olduğu gibi onların da toplumsal bir talebi olabilir, olmuştur. Bunda bir sorun görmedik. Bizim temel siyasetimiz zaten daha önceki devlet aklının aksine toplumsal talepleri sorun olarak görmememizdir. Ama burada bir ayrıntı var: Hükümetin dershanelerle düzenlemesine karşı dershane sahipleri varsa rahatsızlıklarını dile getirebilirler. Bunu yaparken de çeşitli sosyal baskı araçlarını da kullanabilirler. Ama bunu bir “darbe” olarak isimlendiremezler. Veya bunu bir var oluş yok oluş mücadelesi gibi isimlendirip bir siyaset biçimini dayatamazlar.

Cemaat der ki: Mensuplarımızı devlet kademelerinden kazıyorlar, bizi fişliyorlar?

Bir devlet kendi bürokratıyla ilişki kurarken etnik dini mezhebi kimlik üzerinden ilişki kurmaz ki yeteneği üzerinden verimliliği üzerinden ilişki kurar. Birileri bu özelliklere sahip olmadıkları ya da yetersiz oldukları için görevden alınıyor ya da atanmıyorlarsa şucu ya da bucu olduğu için olduğunu iddia ediyorlarsa asıl sorun oradadır.

Evet ama üç vakte kadar böyle demiyorlardı. Bilakis aksi istikametteki siyasi ideolojik toplumsal yapılar "şucu bucu oldukları için devlet kadrolarına onlar alınıyor” diyorlardı. O yüzden soru şu: Eskiden sorun olmayan şey neden şimdi sorun oldu, ne değişti?

Önce şunu netleştirelim: Devlet kadrolarına personel alımı KPSS sınavlarıyla olur. Bir de iktidarın atama yetkisi olan bürokrat kadroları vardır, genel müdür, müsteşar yardımcısıdır, daire başkanıdır, kimisi üçlü kararnameyle, kimisi bakan yetkisiyle atanır. Bunlar da iktidarın inisiyatifiyle ilgilidir. Bakan ya da Başbakan çalışma arkadaşlarını elbette kendisi seçecektir. Bunu sorgulamaya kalkarsanız buradan bir devlet aklı değil bir aşiret aklı çıkar.