. Öncelikle Ak parti öncesi var olan koalisyon iktidarı döneminde ülke ciddi bunalımlar yaşamaktaydı. İnsanlar sistemden memnun değildi ve bu memnuniyetsizliklerini ciddi bir şekilde ifade etmeye başlamışlardı. Eylemler almış başını gidiyor ve süreç başbakana yazarkasa fırlatma noktasına gelmişti. Ve Türkiye de siyasi boşluk oluşmaya başlamıştı. Siyasi boşluk mevcut olan sistemler için çok tehlikeli bir durumdur. Siyasi boşluk demek, sistem ve onu yönetenler ile halk arasında oluşan güven bunalımı olarakta tarif edilebilir. Vatandaş, yöneticilerden ve uyguladıkları nizamlardan memnun olmadıkları zaman, o yöneticileri ve nizamlarını alaşağı eder ve bu boşluk döneminde toplum nezdinde kendini ifade eden ve toplumun güvenini kazanan ve halka yeni bir çözüm sunan hareketler, var olan boşluğu doldurur ve iktidarı halkın desteğiyle kazanabilir. Türkiye'de oluşan bu durumu sezinleyen Amerika, kapitalizmin lider devleti olarak Türkiye ye müdahale etmek zorunda kaldı ve hem oluşan siyasi boşluğu Ak parti ile doldurdu, hem de oluşabilecek yeni bir İslam devleti kurmaya çalışan hareketlerin önünü şimdilik kesmeyi başardı. Bu hareketlerin başında İslam Hilafet Devleti kurarak tüm Müslümanları bir tek çatı altında toplamayı hedefleyen Hizb-ut Tahrir adlı siyasi yapılanma gelmektedir. Amerika dünyanın şu anki lider devleti olması hasebiyle 1990'larda çöken komünizm ideolojisinden sonra kendisine rakip olarak gördüğü İslam ideolojisini hedef seçmiştir ve İslam'la savaşmaya başlamıştır. Her ne kadar yaptığı savaşı terörle savaş diyerek dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışsada, yaptığı şey İslam ve Müslümanlarla savaşmaktır. Irakta, Bosna'da, Çeçenistan'da, Afganistan'da, Filistin'de, Pakistan'da ve diğer İslami beldelerde yapılan savaşta ölen ve öldürülen insanlar zavallı Müslümanlardır. Onların terör tarifi İslam'dır. Teröristler ise tüm Müslümanlardır. Tekrar 2000'li yıllara döndüğümüzde olay daha netleşmektedir. Türkiye'de toplumun herkesimi rahatsız bir durumda. Mevcut siyasi irade bir varlık gösterememekte, sorunlara çözüm üretememektedir. Halk yöneticilere memnuniyetsizliğini her fırsatta gösteriyordu. Yeni bir siyasi irade gerekmekteydi. Bu irade aynı zamanda İslami değerlere de sahip olmalıydı. Çünkü vatandaş Müslüman'dı. Onların hem duygularına hitap etmeli hem de liderliği eline alabilmeliydi. Bunun için en müsait yapılanma halkın hoca diye kendisine sahip çıktığı Erbakan ve partisi idi. Ama bir sorun vardı Amerika için. Erbakan ve partisi İngiliz yanlısı bir siyaset takip ediyor ve kendisini sevmiyorlardı. Bu kabul edilebilir bir şey değildi Amerika için. Çünkü Amerikanın yeni bir Orta Doğu projesi vardı ve bu kapsamda muhalif bir sese dahi tahammülü yoktu. Kaldı ki siyasi iktidarı paylaşmak, mümkün değildi. O zaman refah partisi parçalanmalı ve parti içerisindeki İngiltere yanlıları tasfiye edilmeliydi. Yeni isimler gerekiyordu. Hemen bulundu bu isimler Abdullah Gül ve Recep Erdoğan. Ama bu isimlerle yola çıkan Amerika istediğini başaramadı. Kongrede kaybettiler. İkinci hamle geldi ve yeni bir parti kuruldu. Halkın mazluma verdiği desteği bildiklerinden dolayı başına da mazlum! Biri getirildi. Gerisini hatırlıyorsunuzdur. Halk Erdoğan'ı bağrına bastı ve onu destekledi. Ama bu sevginin nedeni daha önce yaptığı İstanbul büyükşehir Belediye başkanlığı değildir. Asıl neden İslami bir hareketin içinden gelmesi, eşinin başörtülü olması ve yaptığı İslami konuşmalar ve halkın kanayan yaralarına( başörtüsü sorunu ve imam hatip gibi) merhem olacağı vaatleridir. Yıl 2009. iktidara geldiğinin üzerinden 7 yıl geçti ve ne sorunları çözebildi nede halkın dini taleplerine cevap verdi. Üstelik seçimlerden önceki verdiği sözlerin hepsini unuttu ve vatandaşla adeta dalga geçti. Marifet haftada bir Cuma namazına gitmekse, bunu Deniz Baykal'da yapar. Sahi siz hiç Erdoğan'ın vakit namazı kıldığını gördünüz mü?