28.Şubat soruşturmasından, Tiyatroların özelleştirilmesine, Anayasa çalışmaları ve yazılımına kadar birçok konuda anlaşılmayan noktaları, açıklığa kavuşturan Mahir Ünal özellikle yeni Anayasa'nın Türkiye'nin olmazsa olmazı olduğunu, şu ana kadar yargılanan darbecilerin, kendi hazırladıkları yasa ile yargılandığını ve bununda çok mantıklı bir durum olmadığını belirtti. Artık Türkiye Kendi Normalini Buluyor -Sayın Ünal hep kullanılan bir ifade var, ”˜Türkiye'nin normalleşme süreci' diye. Bugün yaşananları değerlendirdiğimizde yaşananların arkasında ne var? Türkiye'nin normalleşme sürecini anlayabilmek için öncelikle bütün bu yaşananların arkaplanına bakmak lazım. Çünkü siyasetin günlük gündeminde kaybolduğunuz zaman büyük fotoğrafı gözden kaçırıyorsunuz. Bugün Türkiye'nin gündeminin bu kadar yoğun olmasının temel sebeplerinden birisi ülkemizin çok sancılı bir değşim sürecinden geçiyor olmasıdır. Türkiye bu sürece nerden geldi? Diye baktığınız zaman cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte ortaya konan açık bir demokrasi iradesi var. Yani cumhuriyeti kuran irade, kurucu irade o günün şartlarında dahi açık bir demokrasi iradesini ortaya koymuş. Yakınında hemen Avrupa'da İtalya ve Almanya'da diktatörlükler varken bile Atatürk kendisini bir diktatör olarak tanımlamamış ve açık bir demokrasi iradesi ortaya koymuştur. Lakin Atatürk'ün ölümünden sonraki süreçte 1938 ”“1945 yılları arasında yönetimde açık bir şekilde Alman ve İtalyan hayranlığı görülmektedir. Atatürk'ün aksiyoner bir lider olarak, dönüp, bir doktrin yazmasını bekleyemezsiniz. Atatürk'ün çevresindeki entelektüellerin yeni cumhuriyetin fikri içeriğini oluşturmak için yaptıkları çalışmalar var. Bunun en göze çarpanı Recep Peker ve çevresinde oluşan grup, 1938-45 arasına baktığınız zaman bugün “Kemalizm” dediğimiz müesses nizamın o dönemde kurulduğunu görüyorsunuz açık bir şekilde. 1945'te 2.Dünya Savaşının sonuçlanması ve İtalya ile Almanya'nın yenilmesiyle beraber artık yeni bir Dünya çıktı önümüze. Türkiye'nin 1945'ten sonra Amerika'ya yaklaşması çünkü Rusya'nın özellikle 2.Dünya Savaşından sonra bize karşı pozisyon alması ile 1950'ye kadar bir demokratikleşme çabası görüyoruz. Bu dönem çok önemlidir. 1950 ”“ 60 arasında ise Demokrat Parti (DP) ve Türkiye'nin bir yenileşme, gelişme çabası ve 1960'da ise 1938 ”“ 45 arasında kurulan müesses nizamı koruma adına yapılan bir darbe var. Şimdi 1924'de yapılan bir anayasası var Türkiye'nin, Atatürk ve arkadaşları, o günkü meclis tarafından yapılan bir anayasa var. 1960 darbesinden sonra 1961 yılında bu anayasa değiştiriliyor. 1924 Anayasasında var olan, ”˜Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir' ifadesi 1960 darbesinden sonra yapılan anayasada, ”˜Milli egemenlik millet adına şu şu şu yasal kurumlar tarafından kullanılır' ifadesi yer almıştır. Dolayısı ile 1960 Darbesi, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Postmodern Darbesi, 27 Nisan E-Muhtıra”¦ Bütün bunların Atatürk ile bir ilgisi yok. Atatürk'ten sonra Atatürk adına kurulmuş bir müesses nizam var. Recep Peker ve ”˜Pekerci Kemalizm' diyeceğimiz. Çünkü Atatürk oturup bir doktrin yazmadı. Atatürk çevresinde konuşulanlara sadece gülümsedi. Zira Genç Cumhuriyetin fikri içeriği oluşuyordu”¦ Ama Atatürk'ten sonra Atatürk adına oluşturulan bir düzen ve bu düzeni korumak adına yapılan darbeler var. Bu darbelerin hiçbirisinin Atatürk ile bir ilgisi yok. Dolayısıyla bugün Yeni Türkiye darbelerin oluşturduğu bu yapıdan kurtuluyor. İşte darbelerin oluşturduğu bu vesayetçi yapının bütün kurumlarda oluşturduğu bir karşılığı, etkisi var. Türkiye'nin normalleşmesi dediğimiz şey darbelerle şekillenen, darbelerle muhafaza edilmeye çalışılan ve vesayetçi düzenin sona ermesiyle birlikte artık Türkiye kendi normalini buluyor. Türkiye kendi normalini bulurken, bu değişimin doğal sancıları var. Siyasette de bunun karşılığı var. İşte şuanda değişmeye, dönüşmeye çalışan, kendisini yeniden tanımlamaya çalışan bir CHP var. Türkiye'nin sorunlarına dönük, yeni Türkiye'nin bakış açısıyla çözüm getiren ve yeni paradigmayla Türkiye'yi okuyan, okumaya çalışan siyaset kurumu var. Özellikle bir husus çok önemli, ısrarla bu değişimi yani vesayetçi, darbeci anlayıştan kurtulan Yeni Türkiye tanımlarken, Ak Parti'yi Atatürk'e, Cumhuriyete bu değerler karşıtı göstermeye çalışan hala bir yapı var. Burada bir şeyin altını çizmek gerekiyor; Ak Parti cumhuriyetin değerlerine sonuna kadar sahiptir, bağlıdır. Ak Parti'nin cumhuriyetle bir sorunu yoktur. Asıl Ak Parti'nin kendisinin cumhuriyetin sahibi sananlarla bir sorunu vardır. Ak Parti'nin kendisini İZM'lerle ifade eden, Atatürk ile ilgisi olmayan bir ideolojik çerçeveyi yıllarca bu topluma dayatan ve bugün artık kendi varlıklarını sürdüremeyen, gelişen ve değişen dünyada çağdışı kalmış seçkin sınıfın artık Türkiye'yi kendi normaline taşıyan Ak Parti karşısında aldığı pozisyonu var. Yani bugünkü olayları biz bugünün penceresinden bakarak anlamaya çalışırsak ve arkaplanını görmez isek eksik okumuş oluruz. Türkiye'nin darbe mantığıyla kurulmuş yapıların dönüşümüyle birlikte yeni bir sürece doğru akmasını anlayabilmek için demin ifade ettiğim arkaplana çok iyi bakmak gerekiyor. Türk siyasi ve demokrasi tarihini adeta darbeler tarihine dönüşmüş, Türk demokrasi Tarihini çok iyi okumak gerekiyor. -28 Şubat Soruşturması bir taraftan devam ediyor. İlk olarak Batı çalışma grubu (BÇG) ile başladı. Şimdi merak edilen şey ise sivillere uzanacak mı bu soruşturma? Siz ne düşünüyorsunuz? Bunu tabii biz bilemeyiz çünkü eski Türkiye'nin bakış açısıyla olaylara baktığımız zaman nihayetinde vesayet, hem yargıyı, hem yasamayı etkileyebiliyor, manipüle edebiliyordu. Şimdi artık Türkiye bağımsız yargısıyla 12 Eylül 2010 referandumundan öncesine kadar birbirini seçen, kendi içine kapalı bir yargı sistemi vardı. Ama şimdi 11bin hâkim ve savcının oylarıyla seçilen bağımsız bir yargı sistemimiz var. Dolayısıyla yargının bu süreci nasıl taşıyacağını, nerelere ulaşacağını kendisinin belirlediği bir bağımsız yargı sistemi var. Burada siyasetin yapması gereken, bütün bu sürecin arkasına bir siyasi irade koymaktır. Yani hakikatin anlaşılması ve araştırılması, yargının kendi işini yapabilmesi için zemin hazırlamaktır siyasetin görevi. Dolayısıyla 28 Şubatla ilgili soruşturmanın nerelere ulaşacağını, kimlere ulaşacağını biz bilemeyiz. Ama bunun sonuna kadar gidilebilmesi ve her şeyin açığa çıkması için siyasetin bunun arkasına güçlü bir siyasi irade koyması gerekiyor ki sadece bu konuda bir şey söyleyebilirim. -28 Şubat soruşturması başlatıldı ama sesler yükselmeye başladı; “27 Nisan E-Muhtırası ne olacak” diye? Bununla ilgili olaraktan bir soruşturma başlatıldığını biliyoruz. Bu konudaki değerlendirmeniz ne olacak? İlerleyen günlerde dönemin Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'ın sorgulanması mümkün olur mu sizce? Tabii 27 Nisan E-Muhtırası 28 Şubat Postmodern darbesinden sonra demokrasimize en son müdahaleydi. Ak Parti'nin bu muhtıra karşısında sergilediği dik duruş, karalı tavır ve asker içerisindeki illegal yapılanmış bazı grupların eski alışkanlıklarını devam ettirme isteklerine karşı Ak partinin tavrı 27 Nisan'ı bir sözde kâğıt parçasından ibaret hale getirdi. Dolayısıyla savcıların bunun içeriğini, oluşum sürecini incelemeleri son derece doğal. Bu incelemelerin sonucunda da ne çıkar hep beraber göreceğiz. -Aslına bakarsanız bu darbelerin temelinde yatan etmenlerden biriside anayasa ki yeni anayasa çalışmaları da devam ediyor. Sayın Cemil Çiçek'te görüşmelere devam ediyor ve bugünde yeni anayasanın yazım aşamasına geçilmesiyle ilgili bir açıklama yapması muhtemel. Nerden başlanacak yeni anayasa ilk olarak? Anayasa değişikliği sürecine ilk olarak baktığımızda biz Ak parti olarak 12 Haziran seçimlerinden hemen sonra ilk MKYK Toplantımızda kendi bünyemizde bir çalışma grubu oluşturduk. Yani biz verdiğimiz sözleri yerine getirmek, yeni anayasa çalışmalarına hemen başlamak için Ak Parti bünyesinde bir komisyon oluşturduk ve daha sonra meclisin açılışının hemen akabinde de sayın meclis başkanımızın başkanlığında uzlaşma komisyonu kuruldu partilerin mecliste temsil edilme oranlarına bakılmaksızın her partiden 3'er tane komisyon üyesi istendi. Müzakere zeminini güçlendirmek için şimdi yapılan çalışmada bu anayasa uzlaşma komisyonunun yaptığı çalışmalarda ki 19 Ekim 2011 tarihinde çalışmaya başladılar 4 aşamalı bir çalışma takvimi belirlendi: 1- Katılım, veri toplama ve değerlendirme, 2- İlkelerin belirlenmesi ve metin oluşturma 3- Metnin kamuoyuna sunulması ve kamuoyunda tartışılması 4- Kamuoyunda beliren görüşlere göre taslağın gözden geçirilerek, teklif haline getirilmesi Şimdi komisyon birinci aşamayı bitirdi. Bu aşamada çok ciddi bir veri toplama süreci yaşandı yani üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından, kamu kurum niteliğindeki kurumlardan, değişik illerde yapılan toplantılardan şimdi mayıs ayı ile birlikte havuzda toplanan bütün bu öneriler, teklifler ilgili komisyon tarafından anayasa ve uzlaşma komisyonu tarafından bir taslak metine dönüştürülecek. Anayasa uzlaşma komisyonu tabii ki kendi içinde çalışma usul ve esaslarını da belirlediği için şuanda son derece iyi gidiyor. Herhangi bir şekilde siyasi partilerin yani BDP, MHP, CHP, Ak Parti'nin masadan kalkmaması durumunda 2012'nin sonuna kadar Türkiye'nin yeni anayasa taslağı hazır olur. Anayasa komisyonunda görüşülür ve genel kurula gelir diye ümit ediyoruz. Anayasanın değişikliği sürecinde belli noktalarda uzlaşmakla ilgili belli sıkıntılar olacaktır ama şuan toplumun tamamında yeni anayasaya ilişkin çok temel bir mutabakat var. Neden? Bakın demin darbeleri konuştuk, darbecilerin ve darbecilere destek olanların yargılanmasını konuştuk, acı olan şu ki Türkiye darbecileri, darbecilerin yaptığı bir anayasa ile sorguluyor. Bu Türkiye'ye yakışmıyor. Dolayısyla bu toplum, bu ülke sivil, katılımcı bir temel mutabakata dayalı toplumsal sözleşme niteliğinde hakları ve özgürlükleri zenginleştiren bir anayasaya sahip olma liyakatine sahip. O yüzden Ak Parti olarak Yeni Anayasa bizim birinci önceliğimiz. Bu değişimin, demokratikleşmenin taçlanması için Yeni Anayasa olmazsa olmazımız. -Meclis Başkanı esasen bugün için basın açıklaması yapacak ama Anayasa yapılırken uzlaşılan konulardan mı başlanır? Yoksa uzlaşılamayan konular çözülür daha sonra mı devam edilir? Gözlemlediğim kadarıyla Anayasa Uzlaşma Komisyonu öncelikle daha üzerinde kolay uzlaşı sağlanacak konulardan yani kolaydan zora doğru bir yöntemi tercih edecek. Buda son derece mantıklı. Görüşmeler sırasında üzerinde uzlaşamadığı maddeler olursa eğer anladığım kadarıyla bu maddeleri bir kenara bırakıp, önce uzlaşılan konular nihayetlendirilecek sonra uzlaşılamayan konular üzerinde tekrar dönülüp, çalışma yapılacak gibi gözüküyor. Sayın meclis başkanının açıklamalarından bizim anladığımız bu. -Peki o noktaya gelinde yani uzlaşılan konular halledilip, uzlaşılamayan konulara yani kırmızı çizgiye gelindiğinde eğer masadan kalkma olursa Ak Parti'nin burada ki tavrı ne olur? Eğer siyasi partilerden birisi masadan kalkarsa biz bir şekilde başka diğer siyasi partilerle ittifak arayışları içerisinde bu anayasayı sonuçlandırmak için elimizden gelen gayreti sarf ederiz. Yeni anayasa bakın Türkiye'nin gündemine yeni girmiş bir konu değil. Yani 12 Eylül darbesinden sonra 1982 Anayasasından sonra tartışılmaya başlanmış bir Sivil Anayasa literatürü var adeta”¦ Bu konuda hazırlanmış o kadar çok taslak ve teklif var ki. Sivil bir anayasanın temel haklar ve özgürlükleri düzenleyen bir anayasanın nasıl olması gerektiğini keşfetmeye gerek yok. Modern dünyanın bize sunduğu birçok örnek var. Biz yeni bir şey yapmayacağız. Biz öncelikle 75 milyon insanımızın her birinin birinci sınıf vatandaş olduğu ve temel insan hak ve özgürlükleri üzerinden her bir vatandaşımızın hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı özgürlükleri kısıtlamayan, hakları kısıtlamayan, bunun yerine hakları ve özgürlükleri zenginleştiren, demokrasi ve güvenlik dengesini kurabilen bir anayasa istiyoruz. Hepsi bu. Dolayısıyla bizim yeni anayasada topluma herhangibir şey dayatmamız söz konusu değil. Tam tersine toplumun daha özgürlükçü, daha hakları zenginleştiren sivil mutabakata dayalı bir anayasa talebinmi yerine getireceğiz. Eğer siyasi partilerden birisi masadan kalkarsa bu öncelikle o siyasi partinin topluma verdiği sözle ilgili çok ciddi bir sıkıntı doğurur. Kaldı ki şunu görüyoruz ve bu bizi üzüyor: bazı siyasi partilerin masadan kalkması için gerekçe oluşturacak bir takım toplantılar ve gösteriler yapılıyor. Son derece ön yargılı açıklamalar yapılıyor ve anayasa müzakereleri komisyonundan ayrılması ve masadan kalması içinde bir altyapı oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun ben kamuyuunda kabul göreceğini zannetmiyorum. -Peki anayasa bittiğinde halkımız açıp okuduğunda anlayabilecek mi? Nasıl bir dili olacak? Güzel bir soru. Anayasalar millet tarafından hazırlanır. Hukukjçular tarafından anayasa yapım tekniğine uygun hale getirilir. Yani hukuk diline dönüştürülür. Ama yazımını Türkçeye, Türk diline hâkim edebiyatçıların söz ustalarının yapması gerekir. Anayasa millet tarafından hazırlanır derken, milletin talepleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak, bir katılımla hazırlanır. Bugün anayasa hazırlık komisyonunun yaptığı gibi bir havuzda bu talepler toplanmıştır. Yani hazırlık aşaması millete aittir. Anayasa yapım tekniği açısından anayasa hukukçuları tarafından bunun bir yapım tekniğiyle sürece dökülmesi önemlidir ama dilin kesinlikle anlaşılırlığı gereklidir. Örneğin, İspanyol Anayasasını Nobel Edebiyat ödülü almış bir yazar kaleme aldı. Bizim anayasamızında dili bu çerçevede çok önemli. Bunun mutlaka dikkate alınacağını biliyorum ve düşlünüyorum. -Bir diğer konu tutuklu milletvekilleri. CHP'nin önerisi var ama CHP'nin önerisiyle ilgili olarak ta Karayılan'ın milletvekilliği yolunun açılacağı söyleniyor. Muhalefet iktidarı eleştiriyor. Ak Partide bu sorunu biz oluşturmadık, siz oluşturdunuz diyor. Peki, sizce nasıl bir noktada buluşulur? Tutuklu vekillerle ilgili konu aslında 24.Dönemin gündemine yemin krizi ile birlikte geldi. CHP öncelikle yemin etmeyeceğini söyledi. Tabii yasa koyucu seçilmiş bir milletvekilinin yemin etmediği zaman ne olura dair bir düzenleme yapmamış. ”˜Milletvekili eğer seçimlere girmiş ve seçilmiş gelmişse yemin eder' diye düşünmüş. CHP'nin kafa karışıklığı o safhada ki bugün ifade ettim. Bir taraftan CHP kendisini değiştirmeye ve dönüştürmeye yeni Türkiye'ye uygun hale getirmeye çalışırken bir taraftan da CHP eski Türkiye'yi ve onun aktörlerini kurtarma çabası içerinde gözüküyor. Şimdi yemin kriziyle başlayan ve daha sonra tutuklu vekiller kriziyle işte içtüzük kürsü işgaliyle devam eden ve bir kriz üzerinden siyaset yapma isteği ve siyasete tuzak kurma girişimleri CHP'nin çok ilginç. Şimdi milletvekilleri tutuklanmış değil kamuoyu algısından bunu doğru koymak lazım milletvekilleri tutuklanmış değil, yargı süreci devam eden tutuklu kişiler milletvekili adayı gösterilmiş ve bu insanlar seöçöilmiş. İşte CHP'den 2, MHP'den 1, BDP'den 5 ve toplam 8 tutuklu milletvekili var. Daha doğrusu seçimlerde kazanmış 8 kişi var. Meclisimizde, meclis başkanlık divanı da bu kişilerin özlük haklarını ve maaşlarının da ödenmesi kararını verdi. Bu insanların meclise gelmelerini sağlayacak bir mutabakat oluşturulsun. Peki, nasıl oluşturulsun? Meclis başkanımız dedi ki; “siz 3 siyasi parti bu konuda kendi aranızda bir çözüm teklifiniz yok. Sürekli bu konuyu gündeme getiriyorsunuz ama siz bu konunun çözümü ile ilgili ne söylüyorsunuz? Önce siz bi bir araya gelin. Bir çözüm sunun meclis başkanlığına” dedi. Bu 3 siyasi partide bir araya gelip, tutuklu milletvekillerinin durumuyla ilgili meclis başkanlığına bir çözüm önerisi sundular. Meclis başkanı da bunu değerlendirdi. Henüz daha bize Ak Parti grup Başkanvekillerine meclis başkanlığı tarafından iletilmiş bir şey yok. Şimdi çözüm önerilere baktığınız zaman ortaya konan önerilerin iki temelde hem hukuki açıdan hem kamu vicdanı açısından sorun oluşturmaması gerekiyor. Çünkü 8 tane milletvekilinin birbirinden bağımsız devam eden yargılama süreçleri var ve her birisinin yargılama süreçleri farklı farklı. Meclis yasama organı olarak bu kişilerin durumlarıyla ilgili bir çözüm getirdiğinde, getirilen bu çözümün öncelikle hukuki süreçlere zarar vermemesi gerekiyor ki kamu vicdanında bunun yara açmaması gerekiyor. Getirilen çözümler görebildiğimiz kadarıyla hem hukuki açıdan sorunlu hem de kamu vicdanında bunun bir karşılığı yok. O yüzden CHP, MHP ve BDP'nin bu konuda öncelikle daha çözüm odaklı yaklaşmaları, kamu vicdanını, hukuki süreçleri dikkate alarak çözüm üretmeleri gerekmektedir. Zira sayın Kemal Kılıçdaroğlu seçimlerden önce tutuklu milletvekillerin aday gösterilmesi halinde ne yapacaksınız diye kendisine sorulduğunda açık bir dille yargının bu konudaki kararına saygılıyız demişti. Ama daha sonra aynı yargıyı militan ilan etti. Geçen gün Danıştay'ın 19 Mayıs ile ilgili kararını ise ”˜hukuka saygılı olmak gerek' diyerek ifadelendirdi. Hukuk şöyle bir şey değildir; ”˜Bizim işimize geldiği zaman alkışladığımız. Bizim işimize gelmediği zaman militan ilan ettiğimiz. Birde demin ifade ettim. Eski Türkiye'nin alışkanlıklarıyla hala düşündükleri için geçmişte olduğu gibi siyasetin ya da vesayet sahiplerinin yargıya müdahale edip, ”˜hadi bakalım bunları serbest bırakıyoruz' dendiğinde bu işlerin olacağını zannediyorlar. Hayır. Türkiye artık bir hukuk devletidir. Türkiye de artık üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü söz konusudur. Dolayısıyla bir tasarrufta bulunurken öncelikle bunun hukuki süreçlerini dikkate etmemiz ve demin ifade ettiğim gibi bunun kamu vicdanındaki karşılığına da bakmamız gerekiyor. -Gündemde ki diğer bir konuda sanatçıların dahil olduğu tiyatroların özelleştirilmesi. Bu konuya hem olumlu hem olumsuz eleştiriler var. Siz bunu nasıl değerlendirtiyorsunuz? Birde neden gerek duyuldu böyle bir şeye? Bakın burada bir şeyi iyi ayırt etmek durumundayız. Biz şuanda tiyatroyu sanatı sanatçıyı konuşmuyoruz. Biz memur sanatçıları konuşuyoruz. Yani bunları birbirinden ayırt edelim. Ak Parti'nin tiyatroya, sanata karşı ya da sanatçıya karşı bir tavır alması söz konusu değil. Biz diyoruz ki; bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sanatçı memur olmasın, memur statüsünde maaş alan kişi olmasın. Amerika, Hollanda, Almanya, İtalya, İngiltere de olduğu gibi devlet sanata ve sanatçıya destek olsun. Dolayısıyla tiyatroları özerkleştirelim, özgürleştirelim. Sanatın en başta ifade ettiğim o darbeci yapının, devletin dikte eden, içerik dikte eden bir zihin içeriğini vatandaşa dayatan bir anlayışın oluşturduğu bir yapıdan bahsediyoruz. İşte bugün bu yapı değişiyor. Bu yapı doğal olarak değişirken, meselenin iyi kavranması lazım. Türkiye değişiyor, normalleşiyor. Türkiye dünya ile entegre oluyor. Türkiye bunu yaparken cumhuriyete, cumhuriyetin değerlerine sahip çıkarak bunu yapıyor. Ama bugün bağıranlar kendisini cumhuriyetin sahibi sanan, kendini bu ülkenin sahibi zanneden, kendisini sanatın, tiyatronun sahibi zanneden dolayısıyla hayatları boyunca hep üst perdeden konuşmaya ve tepeden bakmaya alışmış olanların seslerinin çok çıktığını duyuyoruz. Biz çok basit bir şey söylüyoruz; ”˜bu işler modern, çağdaş dünyada nasıl oluyorsa bizde de öyle olsun. Sanatçılar memur olmasınlar. Ama sanatçılar desteklensinler. Devletin işlettiği tiyatro, sahne olmaz. Ama devlet mesela İngiltere'de Sanat Konseyi var ve bu Sanat Konseyi'nin belli standartlar, kriterler çerçevesinde sanatçıya destek verir. Şuanda bizimde bu yönde çalışmalarımız var. Dolayısıyla aslolan sanata, sanatçıya devletin belirli kriterler, uluslar arası standartlar çerçevesinde destek olmasıdır. O yüzden bizim tiyatroya, sanatçıya tavır almamız söz konusu değil. Burada konuştuğumuz sorun, tiyatroyla, sanat, sanatçıyla da ilgili değil. Memur sanatçılarla ilgili bir sorunu konuşuyoruz ve Türkiye buna da bir çözüm bulacaktır.