Sanırım 31 Temmuz 1987’yi gösteriyordu tarihler Süleyman Demirel’i ilk tanıdığımda… 12 Eylül’ün koyduğu siyasi yasakların kaldırılması için meydanlara çıkmıştı. Kahramanmaraş Müftülük meydanında halka hitap ediyordu. 



Siyasi yasakların kalkmasını isteyenler mavi, yasakların devam etmesini isteyenler turuncu rengi destekliyordu. Ben açık mavi bir gömlek giymiştim üzerime.



Süleyman Demirel’in hemen yanında duran Aydın Menderes’in üzerinde koltuk altı yırtılmış mavi bir takım elbise vardı.


Gazeteciliğe adım attığım ilk gündü. Seçim otobüsünün içinde elimdeki “Referanduma Doğru” broşürüyle tanıştığım Demirel “yolun açık olsun” demişti gülerek. Ben de kendisine “sizin de yolunuz açık olsun efendim” diye cevap vermiştim…


O günden sonra referanduma kadar neredeyse Demirel nereye gittiyse ben de oraya gittim. Siyasi yasaklı olan Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş’in yasaklarının kalkması için mücadele ettim.


Liseyi yeni bitirmiş bir genç olarak siyaseti, darbeyi, demokrasiyi öğrenmek için iyi bir fırsattı bu iki aylık dönem benim için.


Demirel’in Zincirbozan’dan yazdığı mektupları “Bir Bilen” imzasıyla yayınlayan Nazlı Ilıcak’la tanışmam da o döneme rastladı.


O mektupların hemen hemen tamamını okumuş ve ülkede neler yaşandığıyla ilgili fikir edinmiştim.


İşte sonra referandumdan kıl payı siyasi yasakların kalkmasıyla bu dört lidere de siyaset yolu açılmış oldu. Sonraki dönemde 4 liderden 3’ü (Demirel, Ecevit ve Erbakan) Başbakanlık koltuğuna oturdu. Demirel, Cumhurbaşkanı da oldu ayrıca…


Halk iradesine çok büyük saygı duyan bir genç gazeteci olarak siyasi yasakların kalkması için yaptığım küçücük katkıdan dolayı kendimle gurur duydum her zaman.


Gazeteciliğimin ilk yıllarında Süleyman Demirel’le bir defa daha tanıştım. Şimdi Ak Parti’nin en büyük destekçilerinden olan gazeteci-yazar Abdulkadir Selvi o zamanlar bir gazetenin Meclis muhabirliğini yapıyordu. Demirel, Abdulkadir Selvi’yi çok severdi. Beni Demirel’le bir defa daha tanıştırdı Selvi Ankara’da… Ona 1997 yılı referandum öncesini ve tanışmamızı anlattım. İltifatlarda bulundu.


Hemen sonrasında gazeteciliğe iyice heves ettiğim günlerde Güniz Sokak’taki evinde ziyaret ettim Demirel’i… Tam bir hanımefendi olan, son derece saygı duyduğum eşi Nazmiye Hanım’ın kendi elleriyle yaptığı böreklerden ikram etti. 


Börek de, çay da, sohbet de nefisti…




Türkiye’nin siyasi geçmişine damga vuran, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i sonsuzluğa uğurlayacağız bu gün.


Siyasi yasakların kalkması için referandum olmasaydı gazeteci olur muydum bilmiyorum. Ama benim gazeteciliğimde Demirel’in çok büyük etkisi vardır.


İktidardan ayrılanları, gücünü kaybedenleri övmek zordur, cesaret ister. Bu yazının altına gelecek yorumları da biliyorum. “Masonluk” iddiasından tutun, “okumak isteyen Arabistan’a gitsin”lere kadar bir sürü şey yazılacak aşağıya… Olsun…


Ben, gücünü kaybedenleri terk etmeyi bilmiyorum. 


Biri hakkında iyi bir şeyler söylemenin, yaptığı her şeyi desteklemiş olmak anlamına geleceği fikrini de reddediyorum. Aynen eleştirdiğim bir kişinin yaptığı güzel şeyleri de eleştirmek anlamına geleceği fikrini reddettiğim gibi.


Bu yüzden, yazımda Demirel’in hayatımda bıraktığı etkiden bahsetmek istedim kısaca. 






Süleyman Demirel benim için, 27 Mayıs askeri cuntasının hayatına kastettiği demokrasi şehidi Adnan Menderes gibi bir demokrasi kahramanıydı.



12 Mart muhtırası ve ardından 12 Eylül askeri darbesiyle halk iradesinin yok sayılarak Başbakanlık koltuğundan indirilmesi ve ikincisinde Zincirbozan'da daimi ikamete zorlanması Demirel'in demokrasi yürüyüşünü engelleyemedi.



12 Eylül'den sonra Hüsamettin Cindoruk'un kurduğu Doğru Yol Partisi'ni referandumla siyasi yasakların kalkmasının ardından teslim aldı ve yürüyüşüne devam etti.



Katıldığı mitinglerde ilginç bir şey dikkatimi çekerdi. Konuşma aralarında kalabalıktan birine seslendirdi "Hüseyin ağa, uzak durma az öne gel" derdi mesela... Her mitingde mutlaka bir kaç kişiye adıyla seslenirdi kalabalıktan.



Eleştirilerinde kelimeleri özenle seçerdi. En ağır eleştirilerinde bile belli bir seviye vardı. Hakaret etmeden eleştirir, kendisine yapılan eleştirileri de çoğu zaman tebessümle karşılardı. 



Konuşmalarında fıkrayı ve mizahı çok kullanırdı. Bir komedi programında yanında Ecevit, Erbakan ve Türkeş'le birlikte kendi taklidini izlerken göbeğini tutarak kahkahalarla güldüğünü de hatırlıyorum.



Halk belki de bu tevazusu yüzünden Demirel'i 6 defa Başbakan 1 defa da Cumhurbaşkanı yaptı. 



Demirel, Türk siyasetine damga vuran 4 siyasetçiden hayatta kalan son kişiydi.



Artık o da yok...



...



Demirel'i seven de vardı sevmeyende...



Ben severdim.



Cumhurbaşkanlığı döneminde "demokrasiye daha fazla katkı yapabilecekken geri durduğunda" çok üzülmüştüm. Ama siyasi geçmişini neredeyse harf harf bilen biri olarak sevmekten de vazgeçmemiştim.



Rahmetli olan bu dört siyasetçiden üçüyle gönül bağım vardı. Üçünün de tüm derdinin millete hizmet etmek olduğuna inanıyordum.



Yanılmış olabilir miyim bilmiyorum. Artık çok da önemi yok...



Çünkü...



...


Süleyman Demirel’i kaybettik…


Bana demokratik mücadeleyi öğreten merhum Süleyman Demirel’e ve bir devlet adamının eşi nasıl olmalıdır nezaketiyle ve zarafetiyle bunu gösteren merhum eşi Nazmiye Demirel hanımefendiye vefa borcumu ödemek istedim bir şekilde.


Hakkındaki iddiaların doğru olup olmadığını en iyi Rabbim biliyor. Bu yüzden haddimi aşan ifadeler kullanmaktan Allah'a sığınırım.



Hem siyaseten bu millete yaptığı-yapmadığı hizmetlerin, hem de Allah’a karşı yapması gereken görevlerin hesabını Allah’a verme vaktidir.


Hakkındaki hükmü Rabbim verecek. 


Rabbimin rahmetiyle muamelede bulunmasını diliyorum.

- - - -