Kavga etmek için elime aldığım ilk taşı Andırın Çayı’nın öte geçesindeki “Ecevitçilere” attığımda yaşım 6 ya da 7’ydi. Akşama kadar Apurdumun Bendinde, Ağ Yar’da Çatal Dut’da birlikte yüzdüğümüz, top oynadığımız arkadaşlarımızla kafamız eser birbirimizi taşlardık. 

Yedi yaşındaki faşist ben, yaşıtlarım kominist Omar Ağa’yı, Özgür’ü ve nicelerini taşlardım ki, ülkeme kominizim gelmesin.
İtiraf etmeliyim ki; attığım yüzlerce taştan bir tanesi bile suyun öte yakasına geçip koministlere (!) isabet etmemişti ama kendi kafama düştüğü çok olmuştu. 
Yatılı okul… Sonra Maraş Olayları… Ardından ihtilâl… Lise yıllarında yavaş yavaş siyasi kitapları okumalar…  1987 yılında 16 yaşımdayken “Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş”in siyasi yasakları kalksın diye 40 şehri gezmeler… 
Nazlı Ilıcak’la, Yavuz Bahadıroğlu’yla, rahmetli Mehmet Ali Birand’la, Ruşen Çakır’la, şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en yakınlarından biri olan –ki o zamanlar Demirel’in prensiydi- Abdulkadir Selvi’yle  uzun siyasi ve içtimai mülahazalar…
Farklı fikirlere sahip insanlarla ortak yönlerimiz olduğunu görmeler ve çok erken yaştan itibaren kişileri değil olayları yorumlamanın önemini kavramalar…
Geçtiğimiz günlerde kentte çok iyi tanınan ve benimde çok sevdiğim bir siyasetçiyle sohbetimiz esnasında bana “tarafını belli etmelisin” dedi… “Unutma! Taraf olmayan bertaraf olur…”
Aslında zaten kendimi çok uzun zamandır “bertaraf olmuş gibi” hissettiğim doğrudur. “Kendi gibi” olmanın imkânsıza yakın zor olduğu bir dönemde çevremde “kendi gibi” olan az sayıda kişi dışında kimseye kendimi anlatamıyorum uzun zamandır.
Anlatamadığım içindir ki, kimse beni kendine yakın görmüyor. Onlar için “Kendine yakın olmak” harfiyen kendi gibi düşünmektir çünkü… 
Aklı bir kenara koyup başkasının aklını kullanmaktır. Başkasının penceresinden bakmak, başkasının gözüyle görmek, başkasının kulağıyla duymaktır.
Kendi olmayı bırakmak, başkası olmaktır.
Bir düşünceden yana olabilirim elbette… Bir olaydan da taraf olabilirim. Ama bir kişiden, zümreden, partiden yana olamam…
Taraf olmak zulmetmektir çünkü çok iyi bilirim. Taraf olmak insanlıktan çıkmaktır. Basitleşmektir. Kendi kendini aşağılamaktır. Taraf olmak akıl-fikir denen nimete ihanet etmektir.
Bir partiye oy verebilirim ama o partinin “tarafı” olamam…
Bir kişiyi sevebilirim ama onun yanlışlarını eleştirme hakkımı her zaman saklı tutarım…
Hatalarına rağmen de sevebilirim bir kişiyi ama “hatalarını sevmem… sevemem”
Hatalarına rağmen onunla birlikte onun yanında olacaksam yanlışlarını bir kenara koyar öyle birlikte olurum mutlaka… Hata olarak gördüklerime herkesin göreceği irilikteki puntlarla şerh koymayı da unutmam.
“Kimden yanasın” diyorlar bana…
“Kimseden yana değilim.”
Haktan, adaletten yanayım… Başkalarının doğrularına -saygı duymasam bile– müsamaha göstermek şartıyla kendi doğrularımdan yanayım. 
Doğruyu yapan kim olursa olsun, doğruyu söyleyen kim olursa olsun o doğrunun da yanındayım…
En sevmediğim bir kişinin ağzından çıkacak bir “hak söz” yapacağı “güzel bir eylem” i ilk ben alkışlarım…
En sevdiğim bir dostumun, kardeşimin, eşimin, çocuğumun yapacağı bir yanlışı da ilk ben eleştiririm.
Bir eylem yapanın kimliğine göre “doğru” ya da “yanlış” olmaz…
Doğruyu Ali de söylese doğrudur, Veli de…
Yanlışı Ali de yapsa yanlıştır, Veli de…
Başkalarının kavgasının bir tarafı olmak zorunda mıyız? Kavgaya müdahil olmak için mutlaka kavganın bir tarafından olmaya mecbur muyuz?
Hayat yolunda kendi doğrularımızla, inançlarımızla yürümeye devam edemez miyiz?
Düşünüyorum da…
Tarafsız olmayı başarabilmiş az sayıda kişiden biri olmak çok da ürkütücü değil…
Velhasıl…
Taraf olmayacağım, evet… Ama “bertaraf da” olmayacağım… Bunu biliyorum…
Çünkü;
Kavgaların tüm taraflarında vicdan sahibi, aklını satsa bile vicdanını satmamış, henüz insaflı olmaktan vazgeçmemiş birileri halâ var. Ve o birileri umudumuzun tükendiği yerde bizlere el uzatmaya devam ediyorlar.
Umuyorum ki,
Tüm fikirleri birbirine taban tabana zıt insanlar “tek bir ortak düşünceleri varsa eğer” o tek ortak düşünceleri için kol kola girebilirler, ve o düşüncelerinin gerçekleşmesi için mücadele edebilirler.
Bu düşünce bizi ayrışmaya değil, birleşmeye götürür.
Ve işte bizim ihtiyacımız olan şey tam da budur…