Soğuk kış gecelerinde soba üstünde patlayan kestaneleri kapışmayı, sıcak sıcak ağzımızda çevire çevire yemesini özledik. Karlı, yağmurlu günlerde , rutubet kokan toprak damları loğlamayı, dam kürümeyi, teneke sobanın alevini ruhumuza yansıtmayı, demli çayın yanında koyu muhabbetleri, yarısı gerçek av anılarını çul minderlere yan yatıp kör ışıkta dinlemeyi özledik. Tarhana aşından alabilmek için çınar yaprağı elimizde sıraya geçmesini özledik, köpüklü şıra , hapısa için beklemeyi, sabanlarda ağırlık yerine bindirilmeyi, ekin destelerinin kaşındıran rahatsızlığını, aşırı sıcaklarda bayıltan temmuz öğlenlerindeki buz gibi yayık ayranlarını, arkasından şarlaklarda çimip çimip: “Arılık duruluk aksın gitsin cahana”¦” söylemlerini özledik. Hani birden yağmur tutar da herkesi bir telaş alır, muşambayı kapan koşturur dama, salçayı örtenler, buğdayı toplayanlar, pekmezi kaldıranlar, davara koşanlar, hızlandırılmış video izler gibi telaştaki lezzeti, televizyon tutsaklığını değil, hayatın seyir zevkini özledik. Pınarın gözünde davar derisinde yanık yayan ebelerden bir tas, buz gibi ayran istemeyi, şalvarın ceplerini cevizle doldurup bıçakla oyup oyup ikram etmeyi gururla elimizin gerini göstermeyi, şalvarın ipini,geniş bereketli cebini özledik. Köz çayında demlenmiş çayı, firez sapıyla çekip damağımızı yakmayı, bulanık da olsa zevk alabilmeyi özledik. Közün içine patates gömüp, soyup tuzlamaya fırsat kalmadan üfürüp yutmayı özledik. Açık ekmeğe tereyağını sürüp, içine şeker serpmeyi, salçalı ekmeğin zevkini özledik. Kakmalara çıkıp kilometrelerce ötelerin sessizliğini dinlemeyi özledik, şehrin yırtıcı gürültüsünden kaçıp tabiatın zikrinin seyrini özledik. Dayı”¦ Biz neyi özlemedik ki ! Aslımızı Özledik”¦