Televizyonun siyah beyaz olduğu veya renkliye yeni geçilen yıllarda T.R.T kanallarında H.Arif Bey, Osmancık(Kuruluş) 4.Murat, Aliş ile Zeynep, Küçük Ağa Bir Adam Yaratmak Denizin Kanı(Yönetmen Yücel Çakmaklı) gibi dizileri ve N.Fazılın eseri Reis Bey filmlerini anımsadım.

Bize ait diziler ve filmlerle daha mutluydu sanki bu toplum. Mutluydu çünkü senaryolar iyi seçilirdi ve yazarın eserine sadık kalınırdı.

O yıllarda biraz merakla, biraz da yadırgayarak izlenen birde yabancı dizi Dallas vardı.

  Bu güne baktığımızda, özel televizyon kanallarının çoğalması renkli ekranlarla, seyir kültürümüzün de değiştiğini görüyoruz. Bizim yerli diziler geçmiş yılardaki Dallas dizisini bile aratmaya başlattı.

Önemli yazarlarımızın eserleri(dizilere uyarlanırken,vay be..dedirtecek şekilde ne hale geldiğini esefle gözlüyoruz.

Oysa daha ilkokul yıllarında okumaya başladığımız veya ismini duyduğumuz Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin edebiyat dünyasının önemli isimleri olarak hafızalarımızdadır.

Bizden olan bir yazarın eserini bizden olmayan bir dizi haline getirenler acaba nasıl bir duygu taşıyorlar.

Halkımızın çoğu da erozyona uğramış bu dizileri farkında olmadan izliyorlar. İnsanlara cazip ambalaj içinde sunulan vıcık vıcık olmuş sözde aşk dizileri,   bu toplumun duygularını ne kadar yansıtabiliyor! Bu dizilerin ardından;  eskiden seyrettiğimiz Kerime Nadirin eseri Hıçkırık filmini, Cengiz Aytmatov un eserinden uyarlanan Al yazmalım Selvi Boylum filmini özlüyoruz.

Raiting uğruna bu toplumun inançlarıyla gelenekleriyle resmen dalga geçiyorlar. Benim insanımın sevdasının karşılığı bu diziler olamazdı.

Çünkü o genç kızlarımızın utangaç sevgileri ve sadakatleri bir nakış gergefinde ilmik ilmik saklıydı. Toplum olarak utanmanın edebin yücelttiği bir kültüre sahiptik, utanç ve edep bir saygı ifadesiydi.

 Bu yüzden halk arasında hicap kelimesi sık sık kullanılır, aile içinde çocuğa iş öğretmeden önce adap öğretilirdi. Yani önce adap, sonra ilim düşüncesi hâkimdi.

Burada aklıma T.Roosvelt’in  bir sözü aklıma geliyor;”Eğer bir insanı akıl yönünden  eğitip te, ahlak yönünden  eğitmiyorsanız, toplumun başına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz  demektir.”

Gelelim şimdiki çarpık ilişkilerin olduğu televizyon dizilerine, iki soru kafama takılıyor; bu tip diziler dünyasında senaryo yazan mı kalmadı, yoksa toplum bu dizileri gerçekten istiyor mu?

 Neyi ne hale getirmek istiyorlar! İnsanoğlu elbette etkilenen bir varlıktır, bu yüzden birileri bizi başkalaştırmaya mı çalışıyor.

Klasik önlemlerle bazı zarar verici şeylere karşı tedbir alınır; sigara yasağı, kumar gibi vb. Ama evin içinde ki bir ekrandan toplumun değerlerini yiyip bitiren dizilerin senaryo karmaşasına karşı pek bir önlem alınmaz.

Yahut ta bu ülkenin aile yapısını, sevdasını, aşkını, türkülerini haykırarak biz anlatmalıyız bilmeyenlere!

Oysa bizler aşkın kutsiyetini Leyla ile Mecnundan, Ferhat ile Şirin den Yaratanın aşkını Mevlana’dan, Yunus Emre den, H.Bektaşi Veli den öğrenmedik mi?  

Biz ki; sevdayı bir mendilde yıkayıp, gül’ün dalında kurutan Karacaoğlan’ın mısralarıyla türkü olup, bir Yörük kızının yüreğinde Toroslar a taşımadık mı?

İki aşığın birbirlerine verdikleri sözle, kavuşamadan yaşlanmış sevdalıların hikâyesini çoğumuz büyüklerimizden dinlemedik mi?

 Bizim hayatımıza ait yaşanmışlıklar bizi ilgilendiriyor, biz bu değerlerimizle biz olduk, gerisi angarya.   

Bize ait bir şeyleri izlemek istiyoruz artık bu ekranlardan, bu hormonlu diziler bizim neyimize,  Hoşça kalın!