oSMANLI dEVLETİNDE mUHARREM AYIND KAPI KAPI DOLAŞARAK İLAHİLER OKUAYARK ERZAK TOPLAYAN BİR KISMIYLA AŞURE YAPIP KALANINI SATARAK GEÇİNEN KİŞİLERE NE AD VERİLİR?

"Goygoycular"dan günümüze dilencilik

Osmanlı Devleti‘nde, ‘‘sosyal hayatın bir gerçeği‘‘ olarak kabul edilen dilenciliğin değişik türleri vardı. Mezarlıkların kenarında ‘‘ıskatçılar‘‘, sebillerin önünde ‘‘sebilciler‘‘, sesine güvenen ‘‘kasideciler‘‘, mevsimlik işçi gibi çalışan ‘‘kabakçılar‘‘, Muharrem ayında ortaya çıkan ‘‘goygoycular‘‘ ve nefsini terbiye etmek için dilenenler, 16. yüzyıla kadar devletle problem yaşamadı.

Savaş sonrasında işsiz sayısının da artmasıyla 19. yüzyılda ‘‘patlamaya hazır bomba‘‘ haline gelen dilencilik sorununu kaldırmak için Meclis-i Mebusan‘ın 10 Mayıs 1909‘da çıkardığı ‘‘Serseri Kanunu‘‘ bile çok köklü geçmişe sahip dilencilik mesleğinin tamamen ortadan kaldırılmasına yetmedi.

Eminönü Belediyesi nin hazırladığı ‘‘Payitaht-ı Zemin Eminönü: Bir Dünya Başkenti‘‘ adlı kitaptan derlenen bilgilere göre, Osmanlı sosyal hayatının bir gerçeği olarak kabul edilen dilenciler, toplumda çok küçük de olsa bir kesim oluşturdukları ve devlete problem çıkarmadıkları için uzun yıllar gündeme gelmedi.

Osmanlı Devleti‘nde dilenciler bir lonca çatısı altında teşkilatlandırılmaya çalışıldı. Devlet, kanunen dilenmesinde sakınca olmayanlara dilenebileceklerini gösteren ‘‘Dilenci Tezkeresi‘‘ verdi ve dilencileri bir deftere kaydetti. Aslı kadılıklarda bulunan dilenci defterlerine, dilencilerin hangi millete mensup olduğu, ne zamandır dilencilik yaptığı ve sağlık durumu hakkında bilgiler yazıldı.

‘‘Dilenci Tezkeresi‘‘ almak, zamanla mafyalaşmanın da kapısını araladı. ‘‘Dilenci iratçısı‘‘ denilen bazı uyanıklar, bir yolunu bularak aldıkları dilenci tezkerelerini dilencilere günlük kazancının büyük bir bölümünü vermek şartıyla sattı. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu‘nun tespitlerine göre, 8-10 dilencisi bulunan bir iratçı, kiraya verilmiş birkaç dükkanı olan birinden daha çok gündelik gelir elde ediyordu.

Dilenciler için sebil kenarları, cami ve mescit önleri, köprü üstleri, zengin konak önleri gibi mekanlar, günlük cironun en fazla olduğu yerlerdi. İzni olan dilenciler bile buralarda dilenmek için halk arasında ‘‘Dilenci Şerefiyesi‘‘ denilen rüşveti, bekçilere ve belediye çavuşlarına vermek zorunda kalıyorlardı.

Evliya Çelebi‘nin verdiği bilgiye göre, 17. yüzyılda dilenci esnafına bağlı 7 bin kişi vardı.

Dilenci türleri

Dilencilik özünde ‘‘el açıp, para istemek‘‘ olarak gözükse de farklı dilenci türleri vardı.

Tamamı İstanbullu olan ve dilencilerin en şereflisi kabul edilen ‘‘Iskatçılar‘‘ özellikle mezarlıkların etrafında dilenirdi. ‘‘Yaprak dökümü‘‘ dedikleri birinin öldüğü günler, ekmek paralarının çıktığı zamanlardı. Ölüm üzerine geniş bir edebiyat da geliştiren bu dilenciler, ıskat paralarının dağıtıldığı anları dört gözle beklerdi.

Sebillerin önünü mesken tutan ‘‘Sebilciler‘‘ için de günlük su ihtiyacını temin etmek amacıyla her gün su başına giden yüzlerce İstanbullu önemli bir kazanç kapısıydı.

‘‘Kasideciler‘‘ ise sesine güvenen dilenciler arasından çıkardı. Bunlar, ezan vakitleri acıklı sesleriyle insanı sadaka vermeye teşvik eden ilahi ve kasideler okuyarak, sokak aralarında dolanırdı.

‘‘Kabakçı‘‘ denilen Sudanlı zenci dilenciler ise mevsimlik işçiler gibi çalışır, Mayıs ayından kış aylarına kadar dilenirdi. ‘‘Kabakçı‘‘lar için kış mevsimi safa sürme zamanıydı. Dilenmeye başlayacakları 1 Mayıs günü büyük bir şenlik düzenler ve kabaklarıyla sokakları dolanırlardı.

Bunların dışında dilenciliği meslek olarak değil, nefsi terbiye etmek için yöntem olarak gören çeşitli dini zümreler de farklı bir dilenci grubunu oluştururdu. ‘‘Keşkül-i fukara‘‘ denilen bir çanakla dolaşan bu dilenciler, tüm kazançlarını akşam bağlı bulundukları tekkelere götürürdü ama bazıları bunu dini boyutlarından tamamen uzaklaştırdı. Özellikle Kalenderiler ve bazı medrese talebeleri halktan zorla para toplar hale geldi.

Dini hüviyetlerini öne çıkararak dilenen bir başka grup ise Araplardı. Araplar, akşam üzerleri sokaktan geçenlere bir limon veya nar gibi ürünler uzatarak fiyatının bir kaç katı para isteyerek dilenirdi.

Çocukların da eğlencesi "goygoycular..."

‘‘Goygoy‘‘ veya ‘‘Hoygoycular‘‘ olarak adlandırılan dilenciler de İstanbul sokaklarında boy gösteren başka bir dilenci grubuydu.

Osmanlı Devleti‘nin son dönemine kadar varlıklarını devam ettiren Goygoycular, Muharrem aylarında ortaya çıkardı.

Teşkilatları gereğince 6‘şar kişilik gruplara ayrılan ve birbirlerini omuz başlarından tutarak tek kol nizamında yürüyen ‘‘goygoycular‘‘, başlarında yemeniden bir sarık, sırtlarında bezden cübbe, ellerinde değnek, ayaklarında yarım bir pabuç, yarım mest, omuzlarında ortasından bölünmüş biri önde biri arkada iki ağızlı beyaz bez torbalar asılı gezerdi. ‘‘Goygoycular‘‘ın topladığı erzak, Şehzade Camii‘ndeki karargaha toplanırdı. Muharrem ayının 10. gününden sonra sır olup giden bu dilenciler, o devrin maçsız, sinemasız çocukları için bir eğlence ve hareket kaynağı olurdu.

Tarihçi Ragıç Akyavaş, bu orijinal dilenciliğin imtiyazının sadece İstanbul‘a mahsus olduğuna dikkati çekiyor.

"Dilenci Kethüdalığı" da işe yaramadı

Savaş sonrasında İstanbul‘a yoğun göç yaşanması, işsiz sayısının da artmasıyla 19. yüzyılda dilencilik ‘‘patlamaya hazır bomba‘‘ haline geldi. Bunun üzerine idareciler durumu kontrol altına almak için ‘‘Dilenci Kethüdalığı‘‘ kurdu. Kethüdalığın başına getirilen kahyalar yolsuzluk yapmaya başlayınca bu kurum da beklenen başarıyı sağlayamadı.

Osmanlı Devleti‘nde İstanbul dilencileri ile ilgili en kapsamlı çalışmalardan biri, 2. Abdülhamid‘in 1896‘de Darülaceze‘yi açması oldu. Ancak sorun darülacezenin açılmasıyla halledilecek türden değildi. Tüm Osmanlı topraklarıyla bağlantılı olan bu sorunu, devletin borç bataklığına sürüklendiği bir dönemde Avrupa‘daki gibi iş-evleri açarak çözmek de mümkün olmadı. Böylesi zor şartlar altında üretilen çözüm yolları yamalardan meydana getirilen bir bohça olmaya mahkumdu.

2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

Dilencilik ve işsiz güçsüz takımı, İstanbul için asıl 2. Meşrutiyet‘in ilanı döneminde baş belası oldu. 2. Abdülhamit‘e jurnallenme korkusunun ortadan kalkması ve af çıkması üzerine dilenciler, her köşe başını işgal etti. Bunun üzerine Meclis-i Mebusan, 10 Mayıs 1909‘da ‘‘Serseri Kanunu‘‘nu kabul etti. Çalışma gücü varken dilencilik yapanları da ‘‘serseri‘‘ olarak kabul eden kanun, bu insanların işe alıştırılmaları ve meşgul edilmeleri gerektiğini hüküm altına aldı. Kanun gereği, İstanbul‘daki devlet işletmelerinde yer bulunamayan dilenciler, taşrada çalıştırılmak üzere önce vapurlarla İzmit‘e gönderildi. İzmit mutasarrıfları, dilencileri gönderecek yer bulamayınca şehir dilenci ve serseri kaynamaya başladı. Bunun üzerine dilenciler çeşitli bahaneler üretilerek tekrar İstanbul‘a gönderildi. Osmanlı Devleti zamanında yapılan yasal değişiklikler çok köklü bir geçmişe sahip dilencilik mesleğinin tamamen ortadan kaldırılmasına yetmedi.

16. YÜZYILDA SAYILARI ARTTI

16. Yüzyıldan itibaren devletin dilencilerle olan ilişkilerinde değişiklikler görülmeye başladı. Celali isyanının oluşturduğu terör ortamından kurtulmak için İstanbul‘a gelenlerle dilenci sayısı hızla arttı. Dilencilik önü alınması gereken sosyal bir problem olarak görülmeye başladı ve fermanlarla kanunlara aykırı biçimde dilenenler engellenmeye çalışıldı. Dilencilerle ilgili 1567‘de çıkarılan ilk fermanda, mezarda dilenmenin önüne geçilmesi istendi. Bir yıl sonra çıkarılan bir diğer fermanda da özellikle İstanbul‘da dilencilik eden Araplar‘ın takip edilmesi, sokak sokak dolaştırdıkları bazı hasta ve borçluların sırtından geçinenlerin men edilmesi emredildi. Fermanlar üzerine harekete geçen Subaşılar, dilencilerin ‘‘Dilenci Tezkeresi‘‘ olup olmadığını kontrol etmeye başladı. Tezkeresi olmayanlar ve bedenen sağlam olanlar ya hapsedildi ya da İstanbul dışına sürgün edildi. Kocaeli Sancağı Paşası ile İzmit Kadısı‘na 1759 tarihinde gönderilen ve ‘‘Cümle azaları tam ve sıhhati yerinde olduğu halde İstanbul‘da dilenmekte olan 43 dilenci toplanıp bir kayığa koyularak İzmit‘e gönderildi. Her birini farklı işlerde kullanmak üzere köylü ve sanatkar yerine amele ve ırgat olarak dağıtın ve kaçmamaları için gereken tedbiri alın‘‘ denilen fermanda, İstanbul‘dan sürülen dilencilere ne yapılması gerektiği açıkça belirtildi. Dilenciler ile işsiz, güçsüz takımı 16. yüzyıldan itibaren sadece Osmanlı Devleti‘nin değil, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi Avrupa devletlerinin de korkulu rüyası olmaya başladı.