Annelerin değerini bir kez daha anlamaktır baba olmak. Ve babalarımızın da hükmünü bilmektir. Yükseklerde bir yerde var olduğuna inanılıp, varlığın yardımı ve izni ile takriben dokuz ay sonra tadılan bir histir. Hamileliğin ilk 8 ayını atlattıktan sonra beyninize yavaş yavaş işlemeye başlayan kavramdır. Artık hiçbir şeyin şakası, geriye dönüşü yoktur. 8 ay boyunca annenin, [B]“Şunu napacağız, bunu nerden alacağız, doktor şunu dedi, diyetisyen bunu yedirdi, kitapta şöyle yazıyor, ay bugün tekmeledi[/B] v.s türünden endişe ve merakları, heyecanları artık size de sirayet edecektir. Çocuk sahibi olan arkadaşlarınızın, [B]“uykuyu unut, özel hayatı unut, dışarıda sinemaya gitmeyi, arkadaşlarınla oyuna gidip sabahlara kadar gezmeyi unut. Maçı bile 90 dakika izleyemeyebilirsin,[/B] türü uyarılarından çok, acaba çocuk sağlıklı doğabilecek mi, annesi sağlıklı çıkacak mı?” endişesi kaplar beyninizi ve yüreğinizi. En büyük endişe ve meraklarınızdan birisi, “minik bebek beni tanıyacak mı?” olabilir. Aslında yersiz de bir endişe değildir. 9 ay boyunca anne onu karnında taşımış, yedikleri içtikleri ayrı gitmemiştir. Siz ise olayları dışarıdan izleyerek, arada sırada annenin içindeki bebeğe, [B]“bebiş, n'aber, n'apıyorsun orda, ne zaman geleceksin” [/B]gibi bilmediği, anlamadığı sorular sorarak, ses tonunuzu tanıtmaya çalışırsınız. İzlediğiniz filmlerden, okuduğunuz kitaplardan, çevrenizdeki baba-çocuk ilişkilerinden kendinize pay çıkararak nasıl bir baba olacağınıza, çocuğunuza nasıl davranacığınıza dair stratejiler geliştirmeyi planlar ve arge çalışmalarını hızlandırırsınız. Bundan mütevellit, yeryüzünde alınabilecek en büyük sorumluluktur baba olmak. Muhteşem bir duygu olmakla birlikte ilk zamanlarında çok da tadına varamadığınız olaydır. Bebek olana kadar ve olduktan sonra da her zaman ön planda olan annedir. Çocuk doğana kadar sizinle [B]“vayyy baba olacaksın”[/B] derler ama kimsenin umurunda değilsinizdir. Annenin çektikleri çok açık olduğu için sizin kasacak bir durumunuz yokmuş gibi düşünülür çevrede. Bebek doğana kadar “ulan acaba bir aksilik olur mu, aman bebeğe bir şey olmasın, aman annesine bir şey olmasın” dualarıyla geçirirsiniz günleri, geceleri. Son gece gelip çattığında evdeki efrat yatıp uyurken sizin bir taraflarınız tutuşmuş balkonda of çeker durursunuz. Triplere düşersiniz: [B]“ya hu yarın doktor çıkar anneyi mi kurtaralım, çocuğu mu?”[/B] dese ne yaparım ben? Gibi sittin soru gelir aklınıza. Bir gün, babadan babaya değişen, o gün: İşte, baba olma vaktidir! Hâsılında "Bir şey olacak" duygusu eğer içinizi kemiriyorsa, sürekli yavrunuzun yanında bulunmak zorunda hissediyorsanız ya da sokakta yürürken çocuğunu döven birini görünce içiniz öfkeyle doluyorsa işte o gündür bu... Zamanla da, anneyi çocuğundan kıskanmak, bazen çocuğu annesinden kıskanmak, sevgiyle dolup taşmak, ne yaptığını bilememek, geleceği çok daha fazla düşünmeye başlamak, kendi babasını anlamak, büyüdüğünü fark etmekle eş anlamlı olan bir şey galiba baba olmak. Çocuğunuz olduktan sonra bir farklılık hissetmezsiniz ilk başlarda. Avucunuzun içinde kaybolan minnacık ellere şaşkın şaşkın bakarsınız. İçinizden bir şeylerin koptuğu vakit çok daha sonradır. Usul usul baba olmak çöreklenir içinize... En pastörizeden de saf bir süt kokusu girer burun denilen duyudan ta kalbinize kadar. [B]GDO suz ve Rahmandandır”¦ Mis kokusudur dahası”¦[/B] Allah'tan kısa surelidir çünkü ilgi alanında çocuk ve annesi vardır. Eve gelirsiniz artı bir olarak. Yoğun bir koşuşturma vardır ilk günlerde. Evde tek lüksünüz olan koltuğa yayılıp çay, televizyon ve kitap okuma zevkiniz sona ermiştir. Uykusuz kalırsınız. Çevrenizdekiler uykusuzluğunuzu bebek ağlamasına bağlasalar da gerçeği bir tek siz bilirsiniz. Evdeki herkes uyuduğunda sizin saatleriniz başlar. Sessizlik çöktüğünde gene balkondasınızdır donup donup "ulan ben ne yapacağım şimdi" diye düşünmeye başlarsınız. İçerde ağlayarak yatıyor ve onun tüm anı ve geleceği sizin elinizdedir. Çok çalışmak çok kazanmak zorunluluğu vardır. Mümkün değil keyfine varamazsınız babalığınızın aradan bir kaç ay geçene kadar. [B]Ta ki bir sabah birinin burnunuzu kemirerek sizi uyandırmasına kadardır.[/B] (Tabii ki anne getirmiştir burnunuzun dibine! Kendi de uyanmıştır ya!) Tasavvur edilebilecek en zor, aynı zamanda en keyifli durumlardan bir görüntüdür artık babalık... Daha evde başlar heyecanı, aylarca sürer. Önce belli belirsizdir etkisi, ama kadının son zamanlarında artık evde bir varlık daha olacağını düşünmeye başlar insan. Hem korkutucudur, hem heyecanlıdır, bilinmeyendir çünkü. Bir telaş hastaneye gidilir gecenin bir köründe, çoğu zaman sabaha karşı. Randevulu doğum değilse, daha da güzeldir. İlk ağlamasını duyup sırılsıklam şekilsiz yüzüne bakınca hayatta daha önce yaşamadığını fark eder insan. İlk yıkanmasını izler, ağlamasına dayanamaz. Bebek odasında bir anda görür onu, diğerlerinden farklı görünür. O şiş surat, yumuk gözlerde dahi bir benzerlik arar, onlarca bebeğin arasından hemen tanır. İlk süt emdiğinde gözünden iki damla yaş gelir adamın. İzlemekten nefret ettiğin TV reklâmlarını bile artık zap yapamamak. Hatta bebeğin reklâmları ilgiyle izliyor ve izlerken gülümsüyor, tatlı sesler çıkarıyor, mutlu oluyor diye harıl harıl reklâm olan kanal aramak. Reklâmları izlemekten dolaylı bir şekilde haz almaya başlamaktır babalık. Bebek bezleri, mamalar, oyuncak ve çocuk materyalleri algıda ilgiyi gümbür gümbür arttırır o bölgeye. Alınması çok zor gelen, ama genellikle insanların üzerinde düşünmek ihtiyacı dahi hissetmeden aldığı çok büyük sorumluluktur. Kazanılmadan önce çok fazla düşünülmesi gereken, hayatında bazı şeyleri değiştirecek irade ve olgunluğa sahip insanların edinmesinin daha iyi olacağı kavram olduğunu anlarsınız. Başta beyninizi hazırlamak gereken bir süreç ister ki “Hoppalaaa.!” demesinler. Çok güzel şeydir bu duygu ama [B]sorumluluk kısmını herkes göğüsleyemez.[/B] İşte biz buna sadece [B]biyolojik baba [/B]diyoruz. "Bu sorumluluğu neden alırız?" diye düşünmeden edemiyor insan. "çünkü benim mutlu olmamı sağlayacak, benim kanımdan, benim canımdan bir insan gelecek dünyaya" diye düşünüyor sonra kendi kendine. “Ama sonra artık vicdani terimler girer beyninizin en ücra köşesine. Kendi mutluluğumu düşünerek dünyaya bir can getirmeye hakkım yok, burada düşünmem gereken benimkinden çok onun mutluluğu, ben olsa olsa onun mutluluğundan mutlu olan bir insan olmalıyım" diye düşünmeye başlarsınız. "peki, ben yavruma şu anda benim dahi sahip olmadığım bu mutluluğu sağlayabilir miyim?” dersiniz, cevabını da arar arar durursunuz. Bu zorlu dünyada ayakları üstünde durabilme, her şeye rağmen gülebilme yeteneklerini ona kazandırabilir miyim? Benim için önemli olan manevi hasletleri kazanmasını sağlayacak bilgileri ona kazandırıp sonra da ömrü boyunca muhafaza edebilecek bir şekilde yetişmesini sağlayabilir miyim?" demeliyiz aslında. Artık Hazreti peygamberin dediği gibi [B]“çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz!”[/B] Ya da [B]“evlatlarınız size bir imtihandır!”[/B] hadisini düşünürseniz, düşmemeyi düşlersiniz. Sonra, bu soruların cevabını bilmediğinizi, ama şu anda ne kadar zorlasanız da kendinizde o gücü bulamadığınızı fark ediyorsunuz. Baba olma isteğiyle dolduracak, gönül rahatlığıyla çocuk sahibi olabileceğinizi, önceki korkularınızın yersiz olduğunu; çünkü bu sorumlulukları tek başınıza taşımanız gerekmediğini, bunların da ötesinde anne olmanın ne kadar yakışacağını, böyle bir anneden ve çocuğundan dünyayı mahrum bırakmaya hakkınız olmadığını, size düşündürecek birisini umutsuzca beklemeye başlıyorsunuz. Sonunda çocuk doğar işte. Dokuz aylık stresli adaylık süren sona ermiş ve unvanına kavuşmuşsundur. Çevrende ne kadar insan varsa hastanede başına yığılmıştır. Sürekli gülmek zorundasındır ama içinden bitsin bu tantana bayılmak uyumak ayılmamak istiyorum diye geçirirsin. İyi de kime ne ki bundan. Seni kaale alan yoktur sadece [B]“vay sende mi baba oldun lan?”[/B] klasiği başlar bu sefer. Günler, haftalar geçer yavaş yavaş. İlk gülüşü, ilk mırıldanışı hiç aklından çıkmaz. İlk hastalığında ne yapacağını şaşırır, onunla beraber ağlar neredeyse. Sabaha kadar ayakta durur yanında, ne edeceğini bilemezsiniz. Bazen uyusun diye ninniler çalar ona, bazen de uyanması için dua eder, uyansın ki oynayalım diye. Kızar ona, ama iki dakika sonra geçer kızgınlığı, kızgın kalamaz bir türlü, beceremez. Başına her kötü şey geldiğinde onunla üzülür. Anneye de göstermemeye çalışır, ne de olsa babadır, güçlü olmak zorundadır. Bazen beraber çizgi film seyreder, beraber kahkahalar atar. Ne de olsa [B]kız çocuklar büyüyünce kadın, erkek çocuklar büyüyünce büyük erkek çocuk olurlar.[/B] Büyümesini izlersiniz gün gün ölçersiniz elbiselerinizden. Ayrı bir varlık olarak ona değer vermeyi öğrenir. Bir gün memlekete gidip ondan uzak kaldığında evin sessizliği ilk defa rahatsız eder adamı. Hâlbuki sessiz sakin bir ortamı ara ara o kadar özlemiştir ki. İki gün kafa dinler, üçüncü gün arka planda bir takım sesler duymaya başlar; ağlayan çocuklar duyarsınız gaipten. Annenin gelip şikâyet etmeleri, didişmeleri, kahkahaları gelir gözünüzün önüne. Açar çizgi film seyreder gizli gizli. Odalarına girer, kokusunu içine çeker. Işın kılıcını alır eline bir iki figür yapar, ama önce etrafa bakar kimse var mı, bir gören olur mu diye gülersiniz şebekliğinize. Sonra mı? Gider oturur, gözlerini kapar sessizliği dinler... İşte bir erkek ruhunun tadabileceği en büyük mutluluktur baba olmak. Önceden ne olduğunu asla bilinemeyecek, ancak ve ancak çocuk sahibi olunduğu zaman tadılabilecek bir mutluluktur. Bu mutluluğun Evreleri vardır ama şöyle ki; ***ilk evresinde tecrübesizlik ve çekingenlik vardır, yeni doğmuş çocuğunuzu ilk defa kucağına aldığınızda ne yapacağınızı bilemezsiniz, düşürürüm diye korkarsınız, aman bir yer acımasın diye kendinize bastıramazsınız, o kadar küçüktür ki, duygularınız sel gibi olmasına rağmen kocaman öpemezsiniz. **Daha sonra sabır gelir, uykusuzluk, gaz çıkarma, aşılar, ateşlenmeler, diş çıkarma, emeklerken sendelemeler daima sabır duymanız gereken anlardır, bazen sabah olsa da işe gitsem biraz başımı dinlesem diye içinizden geçirir, akabinde pişman olursunuz. Defalarca yaşanır bu tarz pişmanlıklar, baba olmayı öğrenmektesinizdir. *Çocuğunuz 3 aylık olur, bir gece onu siz yatırmak istersiniz, biberonunu eline verir yanına uzanırsınız, süt içmesini seyrederken bir yandan da elleri ve ayakları ile oynamaktasınızdır. Sütünü bitirir size gülümser ki zaten yüreğinizi eritir bu gülümseme, sonra gözleri kapanırken minicik kolları size uzanır, minicik ellerini yanağınıza koyar ve uyumadan önceki son sözü [B]"gırrk" [/B]olur. Sözün özü, henüz kıyısında yürüyüp de bir insan olarak "baba olmak" fikrinin bana düşündürdükleri bunlar. Daha önümde uzun bir deniz var. Henüz daha ötesini düşünemiyorum bile. Bu konudaki bu kadar düşünce yoğunluğunun içerisinde çocuğumun mezuniyet töreni, evliliği vs. düşünmek mantıksız geliyor. Bu düşünce yapısının bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kim bilir, belki de bunu sağlayacak şeydir "baba olmak". Benim asıl düşüncem;[B] “Ya benim babama yaptıklarıma gelince!”[/B] Bütün babaların bu ağır günü kutlu olsun. Suat GÜNEŞ