Farenin birisi bir kafesin içine konur ve uzun süre aç bırakılır. Daha sonra kafesin içerisine bir düğme konur. Fare kafesin içerisinde çaresiz bir şekilde dolaşırken bu düğmeyi keşfeder. Düğme ile çeşitli bir şekilde meşgul olurken üzerine ayağı ile basar. Düğmeden yere bir parça yem düşer. Hemen bu yemi yer. Bu düğmeye tekrar basar yine bir parça yem düşer onu da yer. Gün boyunca bunu tekrar eder ve her tekrarda düşen yemlerle karnını doyurur. Kafesin içinde mutlu bir şekilde gezinir. Akşam hava karadığında yeniden bu düğmenin başına gelerek bu düğmeye basar. Ama düğmeden yemin düşmediğini görür. Çok defa denemesine rağmen ve gece boyunca düğmeye ümitle basmasına rağmen düğmeden yem gelmez. Gündüz havanın aydınlanmasıyla tekrar düğmenin başına gelerek yeniden basar ve düğmeden yem dökülür. Karnını yeterince doyurur. Akşam karanlıkta dener ama yem düşmez düğmeden. Belli bir zaman sonra fare çok iyi öğrenir ki, düğmeye her basmada karnını doyuracak yem önüne hazır olarak gelmektedir. Farenin bilgisi bununla sınırlı kalmaz. Bilir ki, yem bulabilmesi için aynı zamanda havanın da aydınlanması gerekiyor. Farede oluşan bu karmaşık bilgi, biliş seviyesini yeterince arttırmıştır. Kendi kabiliyetinin tersine oluşan bu bilgi karmaşıklığı öyle bir noktaya ulaşır ki, yem yemesi için havanın aydınlanması gerektiğini bilir. Bunun yetmeyeceğini de bilir. Yeme ulaşmak için bir düğmeye basılmalıdır. Gece farenin uyanık olduğu bir saatte, farenin hemen yanına yem bırakılır. Fare dönüp bakmaz. Hava aydınlanır. Fare yine dönüp bakmaz yeme. Doğru düğmeye yönelir. Basar düğmeye ama bir türlü yem gelmez. Defalarca dener bunu ama düğmeden yem gelmeyince geçer ortada duran yemin yanına oturur. Ara sıra giderek düğmeye basarak yemin gelmesini bekler. Ama nafile. Tekrar giderek yemin yanında paşa paşa oturarak düğmeden yem gelmesini bekler. Eğer bu fareye yemden önce bir de zil sesi duyursalardı, muhtemelen fare bunu da öğrenirdi. Zilden sonra bir köprü oluştursaydı, bunu da geçerdi. Köprüden sonra yeme ulaşmak için dikine bir ip asılsaydı ona da tırmanırdı. Yiyeceği yeme ulaşmak için oluşturulan bunca engeli öğrenen fare, kendi kimyasına uygun olanı elbette unutacaktı. Fakat kendisine hazırlanan zorluk derecesi çok fazla engeli aşarak yiyeceğe ulaşmayı, her acıktığında deneyecekti. Sonunda yiyeceği yemi bulamasa bile. Bu zorlu yolculuğa alışan fare, çoğu zaman hemen yanında hazır bulunan yemi görmeyerek, ihtiyacını karşılamak için kendisine dikte edilerek öğretilen aşamaları geçmeyi her defasında tercih etme yoluna gidecektir. Çünkü hemen yakınında yem bulabilme ihtimaline kendisi de inanmayacaktır. Afrika ile Güney Asya da, önceleri İngilizlerin idaresinde, yaklaşık iki yüz yıldan buyana sahip oldukları her türlü değeri ellerinden alınmış yüz milyonlarca Müslüman halkın mevcudiyeti biliniyor. Bu halklar kendilerine enjekte edilmiş ve zorluk derecesi onlarca yoğunlaştırılmış meşguliyetlerle, hemen ellerinin altında bulunan değerlere ulaşmaları engellenerek adeta zihin tutulması sendromuna yakalanmışlardır. Bundan dolayıdır ki, Bunlardan birisi de Güney Asya da bulunan Bangali halkıdır. Yüz elli milyonun üzerinde bir nüfusa sahiptir. Daha doğrusu tam olarak bilinmektedir. Çünkü bu ülkede insanlara nüfus cüzdanı iki bin yedi'den sonra verilmeye başlanmıştır. Daha önceki dönemlerde resmi işlemlerin aşılması için, yaşanılan köyde ya da mahallede, muhtar tarafından verilen bil belge ile işlemlerin basit bir bölümü gerçekleştiriliyormuş. Ülke, bin dokuz yüz yetmiş bir yılında, Pakistan'a karşı verilen mücadele ile özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu dönemden önce, kendi ifadelerine göre, Pakistan tarafından yasaklanan dillerinin yerine Urduca resmi dil olarak ilan edilmiş. Fakat Bangali halkı yine Pakistan'a karşı verdikleri mücadelenin sonucunca kendi dilleri olan Bangalce'yi resmi dil olarak kullanmaya başlamışlar. Yalnız bu süreçte çok fazla kayıplar vermişler. Bundan dolayıdır ki; başkent Dakka'nın birçok yerinde dil şehitleri adına anıtlar dikilmiş, meydanlar oluşturulmuştur. Kendi anlattıklarına göre, Pakistan Urduca dilini bunlara zorla kullanmalarını istemiş, resmi ve eğitim dili olarak dayatmış. Yine kendi ifadelerine göre bu süreçte öldürülen Bangali li sayısı milyonları bulmuş. On ikinci asırdan 1757 yılına kadar Müslümanların, on dokuzuncu yüzyılın başlarına kadar, İngilizlerin, daha sonra doğu Pakistan adıyla Pakistan'ın bir eyaleti olmuştur. Pakistan'la aralarında bulunan Hindistan topraklarından dolayı, en yakın sınır mesafesi iki bin kilometre uzaklığında bu toprakların yönetim bazında birbirinden ayrılması bir zorunluluk haline gelmiş ve Pakistan'dan bağımsız olabilmek için mücadele başlatmışlar. Başta, İkbal olmak üzere bu ayrılmanın fayda getirmeyeceği birçok kişi tarafından dillendirilmiş olmasına rağmen, ayrılık gerçekleştirilmiş. Yaklaşık iki yüz yıl İngiliz işgali altında yaşadıktan sonra tavırlarıyla birlikte düşünceleri de değişen Bangali toplumu, ayrılma mücadelesi ile birlikte, sıkıntılı bir devletleşme sürecine girmiştir. Bin dokuz altmış dokuz yıllarında, Mucib-ür-Rahman'ın ”˜Avami Partisi' oyların çoğunu almasına rağmen iktidardan uzaklaştırıldığında bu bölgedeki olayların başlangıç pimi de çekilmiş. Bu günden sonra eylemler ve karşıt tarafların kavgalarının yanında, ömrü dört gün kadar inen darbeler dönemine girilmiştir. Uzun yıllar süren darbe dönemlerinde, bazen bir tuğgeneral, bazen bir orgeneral yönetimi ele geçirmek için darbeler gerçekleştirmiş. Bu darbelerde, seçilmiş olan yöneticilerin de bir kısmı öldürülmüştür. Yıllardan bu yana da, dil devriminde ve devlet olma sürecinde mücadele etmiş iki kişinin geride kalan kızlarına olan sevgi devam etmiştir ve son yıllarda sırasıyla bu iki bayan iktidara abone olmuşlardır. Bundan dolayı iktidar ve muhalefet liderleri, babalarının tahtlarına kurulmuş iki bayanın varlığı ile siyasi hayat devam etmektedir. İki bayan liderden hangisi iktidarda ise kendi yandaşları korunmuş, diğerleri ötelenmiştir. Şu an burada bulunan ve yönetimde bulunan laiklere karşı mücadele veren İslami cemaatler, muhalefete düşmüşler ve yaptıkları her türlü faaliyetlerde, yönetimin sıkı denetimiyle karşı karşıya kalmışlardır. Başkent Dakka on iki milyon insanı içinde barındıran en büyük şehirdir. Burada yaşayan insanların yarıdan fazlası çok zor şartlarda hayat sürülen kenar bölgelerde yaşamaktadır. Buralarda genelde tek göz baraka tarzı evler ve kulübeler mevcuttur. Sokakları çok dar evler iç içedir. Dakka da yaklaşık dört yüz bin Pakistanlı göçmen yaşamaktadır. Onlarda zor şartlarda yaşam mücadelesi vermektedir. Çok uğraşmalarına rağmen Pakistan bunları kendi yurtlarına kabul etmemiştir. Güney bölgeleri, okyanustan gelen kasırgalarla karşı karşıya olup çok daha zor şartlar altında yaşamlarını devam ettirmektedirler. Orta ve kuzey bölgelerinde bol suyun varlığı ne kadar önemli ve tarım alanının vazgeçilmeziyse, sahil bölgelerinde de o denli tehlike ve büyük problem arz etmektedir. Buralarda kasırgaların getirdiği yıkım ve yağmur suları, her tarafı yaşanmaz bir göl haline getirmiş, bütün evleri sular altında bırakmıştır. Sadece insanlara değil hayvanlara da yaşam ortamı bırakmamıştır. Evler arasındaki ulaşım, suların üzerinden uzun bambu ağaçlarından oluşturdukları daracık ve tehlikeli köprüler üzerinden gerçekleştirilmektedir. Sulardaki günlük gel git hareketi de her gün iki defa suların yükselmesini sağladığı için tehlikenin boyutu artmaktadır. Yine suların tamamen içine aldığı evlerden ayrılanlar, normalde çok dar olan yolların kenarlarına ağaç ve otlardan yapılmış çok küçük evlerde hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Tek gözlü bu evlerde en az dört beş kişiden oluşan aileler, birkaç parça kap kacak, bir su taşıma güğümü, yerde birkaç parça bez parçası var. Birçok kişinin ikinci bir giyeceği yok, evlerin önünde oluşan göller aynı zamanda banyo ve temizlik için kullanılıyor. Halk yaşadığı bu zor şartlardan kurtulmak için devletten hiçbir şey beklemiyor çünkü devletin imkânlarının olmadığına inandırılmışlar bundan dolayı yardımı başka ülkelerden beklemektedirler. Güney bölgeleri ile orta bölümü birbirinden ayıran nehirlerin üzerinde birkaç tane köprü yapılmış ama yeterli değil. İnşaatı yaklaşık on yıl önce başlayan bir köprünün henüz yarısı bitirilmiş durumda. Köprüsü olmayan bu sularda motorlu ama ilkel araç ve insan taşıma gemilerinden faydalanılmaktadır. Bu gemi yaklaşık beş altı otomobil ve bir o kadarda iki tekerlekli motoru taşıyabilmektedir. İnsan sayısı çok olduğundan dolayı ulaşım her türlü araçla sağlanmakta ve tren ya da otobüslerin üzeri, içinden daha fazla yolcuyu taşımaktadır. Burada yaşayan nüfusun yüzde kırkı on beş yaşın altında ve insan ömrü elli, elli beş ya civarında. Her köyde mutlaka kendilerine İngilizlerden kalan kriket oyunu için yapılmış alanlar var. Gençler burada sürekli bu oyunu oynuyorlar. Ülke balık ve pirinç üretiminde çok ileri boyuttadır. Bu üretim iç piyasada tüketilmektedir. Ülke de bol miktarda doğalgaz rezervi mevcut. Bunun yanında güneyde bulunan kendi bölgelerine ait henüz hiçbir işlem başlatılmamış petrol yatakları mevcut. 1-Eğer ki; evlerinin önlerine kadar gelen küçük göl havuzlarında bilinçli balık üretimi yapılsa (çok azda olsa yapılıyor) ve gerek iç tüketim gerekse ihracata hazır hale getirilebilse, 2-Yapılan pirinç üretimi yeterince değerlendirilse ve iç tüketime dengeli olarak dağılmanın ötesinde, ihracata yönlendirildiğinde, büyük bir kazanç kapısı olacağı muhakkaktır. Ürettikleri ile kendilerine yetebilecek kadar geniş verimli tarlalar ve balık gölleri kendilerine yeterde artar. Bunun yanında tropikal bitkilerin çokluğu bu topluma Allah tarafından verilmiş en büyük zenginliktir. Susuz ve kurak Afrika'nın yanında, yeşil ve bol sulu bu ülke de en büyük eksiklik, akıl ve zihin tutulmasından kurtulmak ve ataletten sıyrılmaktır. En önemli konu ise bizlere biraz kırgınlar. Yetmişli yıllara kadar birlikte yaşadıkları Pakistan'la beraber anılan bu insanlar ayrılıktan sonra, Türk-Pakistan kardeşliğinin kendilerine yansımadığının yanında, bilakis dışlanmanın gerçekleştiğini ifade ediyorlar. Ve son söyledikleri söz; Kurtuluş Savaşınızda Pakistan la birlikte, sizlere bizler de yardım etmiştik!