Ben ki, Anadolu da yaşayan bir insanım. Denizi, küçüklüğümde sadece okul kitaplarında, evlendikten sonra da eşimin egeli/Salihli olması hasebi ile yaz mevsiminde bütün imkânlarımı seferber ederek, bir hafta tatile gittiğim sahil bölgelerinde görürdüm sadece. Denizle tanışıklığım budur ve bir de su yüzeyinde kalabilmek için, sahile paralel olarak gerçekleştirmeye çalıştığım yüzme tekniğim ve deniz suyuyla verdiğim mücadeleden ibarettir. Yaklaşık üç tarafımızın denizle çevrili olmasına rağmen, denizle muhabbetimizin bu denli az olmasını açıklamakta bir hayli zorluk çekiyorum. Ama yine de şanslı olarak görüyorum kendimi. Ben en azından gemiye binmeden önce deniz görmüş bir Anadolu insanıyım. Denizle oluşması gereken, yakınlığımızın engellenmesi ya da yeteri kadar dostluğumuzun oluşmasında da ne var bilemiyorum. Mizahi yönden düşünürsek eğer; acaba İsrail bize ait karasularımızı da kendi karasularına mı dâhil etti? Bilemiyorum! İsrail çadırlarında bize sorulan sorulardan birisi de; izinsiz olarak bizim kara sularımızda olduğunuzu biliyor musunuz, oldu. Ve devam etmişti. Bizim karasularımız 40 mil idi. Ama kısa bir süre önce 60 mile çıkardık! Kaldı ki bizler yolcuyuz. Kaptanımız 75 mil de olduğumuzu söylemişti. Eh işte, dedim ya, başım dönüyor. Hala kendime gelemedim. Gemiye ilk bindiğimden yaklaşık dört saat sonra, içimdeki her şeyi çıkartmama rağmen, mide bulantımı atlamadım. Bir gece çok acı çektim. Daha sonra revirde iki saat koluma takılan serumla beraber biraz rahatladım. Gemiden ineli onbeş gün oldu hala başım dönüyor. Yaşanan olayların oluşturduğu keskin virajlardan kendimi kurtaramıyorum bir türlü. Evet. Bizler mavi Marmara gemisi ile uluslar arası sularda bir yolculuğa çıktık. Amacımız halkı Müslüman olan bir topluluğa uygulanan anlamsız bir ambargoya dikkat çekmek için ve o kardeşlerimizin içinde olduğu, açlıktan ve sefaletten kaynaklanan çıkmazı hafifletmeye yönelik bir çalışmaydı. Bir vicdan hareketi diye isimlendirilmişti, Gazze deniz seferi”¦ Doğru bir isimlendirmeydi ve bizi ta oralara savuran vicdanımızdı. Tabi ki Müslüman'dık hamdolsun ve bizim vicdanımızı inşa eden İslam'dı. Dolayısıyla bu kampanya hakkındaki anlamsız ve art niyetli tartışmalardan biri olan “İslami yardım mı?” yoksa “İnsani yardım mı?” dilemması, felsefe ve hikmet yönünden tam bir faciaydı. Zira Müslüman'ın vicdanını inşa eden İslam'dı ve Müslümanları yerinden zıplatan ve ta oralara kadar savuran “vicdan”, kaynaklarını İman ve İslam'dan almaktaydı. Hala başım ağrıyor. Ama vicdanım ağrımıyor. Bilmem vicdan ağrısını bilir misiniz? Vicdan ağrısı ile baş ağrısını mukayese etmek gerekirse, vicdan ağrısı çok daha ağırdır. Fakat vicdan ağrısı baş ağrısı yapmadığı için sanırım herkes bilmiyor. Vicdan ağrısı, insanın ruhunu acıtıyor. Bu acıyı duyanların insan olduğunu söylemişti bir dostum, baş ağrısını duyanlardan farklı olarak”¦ Bizler o gemide bulunduk çünkü bunu İslami bir görev olarak telakki ettik. Ve inanıyoruz ki İslami olan aynı zamanda insani bir değerdir. Bunun net ifade edilmemesi başımı döndürüyor. Sanki hala geminin salınım hareketi devam ediyor. Gemi uluslarası karasularda yoluna devam ediyordu. İsrail askerleri gemimize yanlardan botlarla, üstten en gelişmiş helikopterlerle indirme yaptılar. Biz değil. Bunu anlamayanlardan dolayı başım dönüyor. Herhalde denizin ortasında karşılaşmak istediğim en son kişiler herhalde İsrail askerleri olurdu. Buradan çıkardığım sonuç; Akdeniz İsrail in gölü olmuş gibi düşünülüyor. Bütün akli melekelerim beni terk ediyor. Başım gemide olduğundan daha fazla dönüyor. Mani olamıyorum. İsrail askerlerinin ellerinde en son tekniklerle geliştirilmiş silah ve donanım vardı. Öce bu sorgulanmalı değil mi? Gemide bulunan arkadaşlarımızın ellerindeki sapan, vileda sapı, tuvaletler tıkandığında, açılması için kullanılan plastik sifonun ağaç sapı, içilen boş maden suyu şişeleri, Filistin/Gazze de bulunan çocuklara hediye diye götürülen ve adı her bölgemizde farklı olarak kullanılan, misket-gülle-cinci olarak tabir edilen içi farklı renklerden müteşekkil oyuncaklar, suç, hücum ve savunma silahı olarak gösterilence dayanamıyorum. Tüm vücudum titremeye başlıyor ve başım dönüyor. Adı zikredilen oyuncakları, özellikle bizim içimizden birilerinin dillendirilmesi eminim ki benimle beraber vicdan sahibi her insanın başını fazlasıyla döndürüyordur. Kimse sormuyor/soramıyor: Hırsızın hiç mi suçu yok? Gemiye üstten indirme yapmadan önce yanlardan, savaş botlarıyla gemiye yanaşırken gerçek mermilerle yaptıkları ateş sonucu şehit edilen arkadaşlarımız vardı. Bunları görüp te, indirme yapıldığı anda, sözüm ona dünyanın en gelişmiş ordusuna ait, her bir yanında farklı bir silahı bulunan İsrail li askerleri, ellerine ne geçmişse vurmaya kalkışan arkadaşlarımızı, saldırgan, çeteci, terörist iftirası atan yazar kılıklı insanları gördükçe midem bulanıyor. Başım dönüyor. Dünyanın her bölgesinden bir araya gelen, farklı din ve dillerin oluşturduğu yardım gönüllüleri, savunmasız bir halde iken her türlü baskı, zulüm, şiddete maruz kalmış iken, gerçek katil ve teröristleri savunan zihniyeti görmeye tahammül edemiyorum ve başım dönüyor. Beyaz bayrak sallayarak,'' teslim olduk ''işareti geminin her tarafından verilmesine rağmen, etrafa gerçek mermilerle ateş ederek, masum insanları katleden deniz korsanlarına destek söylemlerinde bulunan her türlü insan cinsinden midem bulanıyor ve başım dönüyor. Bizleri genç ve taşlı demeden, ellerimizi arkadan plastik kelepçe ile kelepçeleyip, 5 saat boyunca iki ayağımızın üzerine oturmaya zorlayan, tuvalet ihtiyacımıza izin vermeyen, tuvalete giderken ellerimizi bu seferde önden kelepçeleyerek tuvalet kapısının bile kapatılmasına müsaade etmeyen korsanların, olması mümkün olmayan haklı yönlerini cımbızlayarak, onlar hakkında yalakalık yapmaya çalışan her türlü zevatı gördüğümde midem bulanıyor, başım dönüyor. Bizi götürecekleri kıyıya, daha kısa sürede ulaşma imkânı varken bizleri aç bir vaziyette, 8 saat süren mecburi yolculuğa, bitap halimizle mecbur bırakıp, arkadan ve önden kelepçeli ellerimizle gece yarısı saat 2 ye kadar yaşları henüz çocuk sayılabilecek kişiler tarafından sorgulanma anımız kimseler tarafından sorgulanmıyor/sorgulanamıyor. Kelepçeli halimizle, her birimizin kollarından iki kişi sürüklercesine çekiştirmesi, neredeyse iç çamaşır bölgelerimize kadar önce elle sonra aletlerle aranması ve bu arama sırasında birçok onur kırıcı söz ve fiile maruz kalmamızı hissedemeyen güruhun bol keseden İsrail in haklılığından dem vurması, midemi bulandırıyor ve başım dönüyor. İşgalci güçlerin yıllardan bu yana, masum halklara yapmış olduğu insanlık dışı, tüm dünyanın gözleri önünde, her türlü zulmü reva görmesini göremeyip onun otorite olduğunu söyleyenleri gördüğüm zaman bedenime hâkim olamıyorum ve midem bulanıyor, başım dönüyor. Dünyanın dört bir köşesinde İsrail e ve sözüm ona otoriteye karşı yapılan eylemlerde Anadolu da yaşayan halkları temsil eden bayrağımız en ön sırada taşınmaktadır. Amerika da belki Kızılderililer, Avustralya da belki yerli oberjinler, Afrika da belki de yerli pigmeler bile bu bayrağı en önde taşıyarak, millet olarak bize eşlik ederlerken içimizdeki vatansever veya milletseverlerin yaptığı jurnalliğe karşı tüm insani hissiyatım tükeniyor, midem bulanıyor, başım dönüyor. İsrail yetkililerin bizleri sorgulaması sırasında, bizlere sorulan saçma ve onur kırıcı soruların aynısı gazetelerde ve görsel medyada bizlere sorulmasındaki birlik ve beraberliğe tahammül edemiyorum, midem bulanıyor ve başım dönüyor. Bizim sadece sivil toplum kuruluşu olduğumuzu görmeyerek, kuruluşumuzdaki amaç ve gayelerimizi, kanunlar ve yöneltmelikler dâhilinde yapacağımız çalışmaların dışına çıkamayacağımızı anlamayarak, bizi eleştirenleri gördükçe sersemliyorum, midem bulanıyor, başım dönüyor. Kısacası, yaşadığımız bu hızlı süreç içinde, kendimi hala denizin içindeki ahenkle ritmik hareketler yapan Mavi Marmara Gemisinin içinde hissediyorum ve başım dönüyor. Ama tek farkla. Birisi denizin tatlı ve edalı dalgasındandı. Diğeri, saçma insanların azgınlaşan dalgasından. İçimizdeki ahmaklardan dolayı bizleri helak etme Allah ım. Selam ve dua ile.