Bilinçsizce izlediğim ellerin kaynakları aldı gözümü, bahar bekledim bitmeyen kış ortasında, çaresizliklerde boğulmuşken uzanan hurma dallının tutmayan çiçeklerindeki renkler aldı gözlerimi. Baharda gelirmiş kuşların hası kıpraştırmak için paslı gönlün tellerini, yürek çağlayanı hazır bekletir de bir damla gözyaşını göndermek için güneye, her istasyonda duraklayan posta trenine... Girdabın en ortasında karar verdim yaşamaya, çam fıstığının kanadını karıncanınkinde gördüm, virane gönüllerin baykuşu misali nöbetler tuttum gurbet gemisinin tütmeyen bacasında. Hapishane köşesinden baktım özgürlüğün tadına, kırlangıç çamurunda buldum sıcak yuva sağlamlığını, baktıkça küçülen gölgeme su döktüm büyümesin diye”¦ Damlayan musluklar gibi heba olan hayat, başkalarının dünyasına kıyas olarak yok olurken, cebimdeki delikten düşen kaybolmuş arzularım, tepkilerin şiddetinde erimiş buzdan hayallerim vardı. Öksüz ve yetimlerin bayram sevinci gibi yarım, sahte, fotokopi hayatlarda söndü fenerim, sessiz çığlıklarla haykırdım güneşe, zulmet karardıkça gözlerim büyüdü, “ben” büyüdükçe dünya küçüldü”¦ İğne deliğinden geçerken hayatın vartaları eşkıyaların sinsi kurgulu planlarına yem diye takılan körpeliğim, iştah kabartırken yeni oyunlar yazılıyordu üstüme, hangi rol, bilmem hangi sahnede”¦ Damarımdan boşa akan israf kanları ömrü tüketirken yoluma küfreden köstekler hep dünyanın arklarını ayıklıyor, yol veriyordu doludizgin kıyamete koşan rahşan atların karanlık emellerine”¦ Kertenkelenin kuyruğunda takılı kalıp, oyunu kaçıran sakallı çocuklara, dolmamış muavini edasıyla seslenelim : Devam et! Cümlenin bitenine koyulurdu nokta, hayat akıp giderken virgüllerle, kısa konuşma çizgilerinde saklı anlam deryasını, bakışlardaki ağır manalara bırakarak zil çalsın da tenefüse çıkalım”¦