Bazen bu alışkanlığa karşı koyanlar olmuş olsa bile, bizler bir hayli fazla sevmişiz, biri'lerinden uzaklaşarak bir yaşamayı. Kurduğumuz koca devletleri evlatlarımızın her biri'ne paylaştırıp sonra da paylaşılan toprakların ve halkın hepsini bir'leştirmek için ne menem savaşlar gerçekleştirmişiz bir devlet olabilmek için. Çoğu zaman bir'liğin içinden biri'lerini öteki ya da diğer'leri haline getirmek için büyük mücadeleler vermişiz. Bu olaydan mutlu olmamışız bir zaman, ötekileri ya da diğerlerini, biri olmasına da tahammül gösteremeyip bir'leştirme egomuzu tatmin etmek için, kolayca (genelde de büyük mücadeleler ortaya koyarak) birmişiz gibi düşler kurmuşuz. Bilinen, hep birlikte yaşadığımız olayın en yakın misali; Önce yakınlarımızdaki, büyük ailemizde bulunanları öteki'leştirerek ve diğerleri'ne dönüştürerek sadece biri'lerinden oluşan küçük çekirdek ailelerde bir'leşmişiz. Büyük ailelerimizdeki biri'leri de ötekiler ve diğerleri haline geldiği için, ihtiyaç duyduğumuzda o birileri, diğerleri ve ötekileri'ni yanımızda ve yöremizde bulamamışız ve acıların içine düşmeye, kendimizi mahkûm haline getirmişiz. Daha sonra belki de bizim bir'liğimize hiçte uygun olmayan diğerleri'nde ve ötekileri'nde bir'lik olmak için mücadele etmişiz. Oysa biz, özellikle İslami değerlerle tanıştıktan sonra basit birliktelikler değil, dünya arenasında gümbür gümbür ses getiren devasa yapılanmaların içinde bulunmuş, değerleri ile asırlarca, Ramazan KAYAN hocamın ifadesi ile ”˜ümmül vaktin' sahipliğini elimizde tutmuşuz. Vakti, sahip olduğumuz değerlerle donatıp yaklaşık on üç, on dört asır başkalarının, öteki ve diğerleri'nin, bizden biri'leri olma ihtiyacı ile birlikte olmanın tadını, hazzını ve zevkini yaşatmış ve yaşamışız. Hz Muhammed' le başlayıp, adını saymakla bitiremeyeceğimiz bütün İslam devletlerini ele aldığımızda ve bunların, tüm insanlığın, kazanç hanelerine neleri ekledikleri biraz düşünülse ne dediğimiz eminim ki anlaşılmış olur. İslam'ın ilk yayılmaya başladığı günden, bu güne değin, İslami yapıdaki devletlerin ve özellikle Osmanlı Devletinin zayıflayıp ta diğer devletler üzerindeki hâkimiyetini kaybetmesi ile oluşan ulus devlet mantalitesi, toplumları birbirlerinden uzaklaştırmakla kalmayıp, küçük toplulukları, haiz olmadıkları halde devletçikler haline getirmeye yetmiş ve de artmıştır. Burada, büyük yapıya ulaşmış, ilahi değerler etrafında cem etmiş belki de yüzlerce topluluk, öteki ve diğerleri ile beraber mutlu, mesut yaşarken bir'lerle sayılabilecek farklılıktan dolayı bir'leştirilerek biri'leri, öteki'leri ve diğer'leri haline kolayca dönüştürülmüşlerdir. Bu küçük yapıdaki devletler çoğunlukla yetersiz nüfus ve toprak parçası üzerinde yaşamaya mahkûm hale getirilmekle bırakılmamış, biri diğerine muhtaç hale dönüştürülmüş, düşünce dünyalarında da gözle görülür ve hissedilebilir düzeyde küçülmeye sahip bırakılmış veya mahkûm edilmişlerdir. En tehlikeli boyutunda ise mesafelerin daraltılarak, sınırların küçülmesi ve muhatap olunacak coğrafyanın ve kaynaklardan tutun da tür ve cinslerin azalması yanında farklı renk ve dile sahip insanların azlığı da düşünce dünyasının daralmasında etken bir rol oynanmıştır. Yirmi dört milyon kilometre kare alan ve coğrafyadan, çeşitli yollarla, hilelerle büyük kitleleri, birden bire yedi yüz seksen bin kilometre kare alana tebeddül ettirilirken birçok hamiyetperver topluluğu bu coğrafyanın dışında bırakılmasına seyirci olunmuştur. Gelinen sonuçta; dar kalıpların içine hapsedilen zihinlerin nasıl bir zafiyet içinde olduğunu görmemek için herhalde ebleh olmak gerekir. İşin kötü yanı ise daraltılmış bu elbisenin çok mükemmel olduğu iddiası ile zihinler adeta iğfal edilmiştir. Toplumun, içinde adeta zafiyet geçirdiği bu libas, ne kadar farklılık varsa, hepsini kendi iç dinamiğine uygun hale getirebilmek için, her türlü budama faaliyetine de imkân hazırlamıştır. Hayat ve yaşam alanı dar olan insandan, hayal dünyası geniş olan insan nasıl oluşturulabilinir ki? Eğer insanın yaşadığı evren (ya da mekân) de muhatap olduğu canlı ve cansız sayısı ne kadar ziyade olursa, zihni dünyası ile hayal dünyası o denli fazla olacağı muhakkaktır. Hani Nasrettin hoca ömründe hiç görmediği leyleğin, ayaklarını, kanatlarını ve gagasını keserek şimdi bir kuşa benzedin kıssası meşhurdur. Osmanlı zamanında bu topraklarda üretilen elma çeşidinin 600 civarında iken, bu gün gelinen süreçte daha mükemmelini elde etmek için elde kalan elma çeşidinin 60 kadar olduğu söyleniyor. Diğerleri nereye gitti? Kimse bilmiyor. İşte basit bir misaldi bu. Büyük bir birliktelik içinde yaşayanlar ayrıştırıldı. Uzaklaştırıldı. Öteki ve diğeri haline getirilmek için çok büyük gayretler sarf edildi. Şu an geldiğimiz süreçte, kıyının karşısına geçilip, diğer tarafta ki suçlu ve tu kaka ilan edildi. Bu zafiyet sadece bizde yaşanan bir olgu değildi elbet. Herkesler, bir haline dönüştürülerek, karşıdakine göre biri'leştirildi. Aynı değerlere sahip olan nice büyük halklar, gayrı; birileri, diğerleri, ötekileri olarak kendilerine sanal dünyalar oluşturup, etrafına ise saçma ama gerçek sınırlar çevirdiler. Biri diğer birinin ve ötekinin şerrinden emin olmak için. Sonuç: Ne mutlu bu sınırın içinde yaşayanım diyene! Bu kadar basit. Ne kadar güzel değil mi? Son söz: İçimizdeki beyinsizlerden dolayı bizi helak etme ALLAHIM.