Büyük İskender, Ege'de işgal ettiği kentleri yakıp yıkarken Alinde kentine (Şu an Çine'deki antik kent) de dayanır. Halk korku içindedir. Çine'ye sürgüne gönderilen ama aslen Halikarnaslı olan Prenses Ada, İskender'e "Ben sizin anneniz olmak istiyorum!" der. Büyük İskender'in komutanları gülüşür. Hatta, "Şimdi senin ikinci bir annen oldu. Bunu gerçek annen duymasın," derler. Büyük İskender de komutanlarına hemen emir verir: "Kadınlar yaşlılığı asla kabul etmez. Bu güzel kadının bu yüce analık duyguları için kente dokunmayın." MÖ 334 yıllarındaki bu olayın sonunu biliyorsunuz; Kayra Prensesi Ada, Büyük İskender'in jestiyle Halikarnas'a geri döner. Ben "Ana," diyerek büyüdüm. Ama bir gün, Afşin'den Kahramanmaraş'a geldiğimiz gün anacığım Ayşe Sultan, üç evladını karşısına aldı ve dedi ki; "Artık şehirli oldunuz. Ana demek yok. Bana anne deyin!" Ağabeyim Ziya ile kız kardeşim Meserret, anne demeyi çok çabuk öğrendiler. Ben hâlâ ana ya da anacığım derim! Ne zaman canım yansa bağırırım; "Ah, anacığım!" İşte bu nedendir ki, şehit tabutları Güneydoğu'dan gelirken anaların yüreğine hep ateş düşer. Bilirler ki o aslan yürekli Mehmetler son nefeslerinde, "Yandım anam!..." demişlerdir. Bu yazıyı yazarken, hepsinin aziz hatırası önünde eğiliyorum. Bölük pörçük de olsa... Daha önce yazılmış olsa da... Tüm analar için birkaç satır karalıyorum. Bir domuz anne! Evet, anne olan bir domuzdan söz ediyorum. Bodrum'da bir koydan ötekine, ormanların içinde giderken yol ortasında domuz anne-baba ve yavrularıyla karşılaştık. Bu bir domuz ailesiydi. Anne domuz, yavrularının önüne geçti ve tam arabanın önünde eli belinde anaç bir kadın edasıyla durdu. Gözümün içine bakarak sanki, "Beni ez de geç, ama çocuklarıma dokunma," diyordu. Otomobilin farlarının geceyi delen o ışıkları altında, domuzla sanki gözlerimizle konuşuyorduk. Anne domuz, arabanın önünde dururken, yavruları sıraya girmiş, yolun karşısına geçmişlerdi. "Baba ne yapıyordu?" mu dediniz? O çoktan yolun karşısına geçmişti bile... O an, analık duygusunun ne denli yüce bir duygu olduğunu anladım. Kendi canını hiç düşünmeden, çocuklarını düşünmenin, ana olmak olduğunu, o gece bir kez daha anladım. Bir keklik... Evet, bir keklikten söz ediyorum. Bodrum'da yine bir koydan bir koya, ormanların içinde giderken, bir keklik gördüm. O da beni... O sakin sakin yürüyen kekliğin, önüne kattığı altı minik yavrusuna öyle bir kol kanat gerişi vardı ki... Arabayı yavaşlattım. Anaç keklik, uçamayan yavrularını çalıların arasına gizlerken, bana doğru öyle bir kanat çırptı ki... "Ana olmanın o yüce duygusu demek ki bu," dedim. DELİ KIZIN DEVRİMLERİ Bakın size 60 yıl öncesinde yaşanmış, liseli deli kızın öyküsünden söz edeceğim. O ailesinin gururu. Zira o yıl, Milli Eğitim Bakanlığı'nın açıkladığı, 'Harika çocuklar' listesinde yer almış. Kader diyelim, o genç kız evlilik baskılarına hayır diyemiyor. Ama düğün için öyle şeylere hayır diyor ki... O yıllarda devrim gibi geleneklere karşı çıkarak, düğünlere kendi devrimlerini getiriyor. "Asla saçlarımı örtmem. Atla gelin gitmem, araba isterim. Davul-zurna da istemem, orkestra eşliğinde dans etmek isterim," diyor. Bir de ekliyor, "Ayrıca o saçma sapan, gelenek dediğiniz bir dolu tutucu davranışlarınızı ne duymak ne de görmek isterim. Kocamla el ele kol kola giderim," diyor. Peki ne mi oldu? O genç kız, saçlarını asla örtmedi. Modern gelinlik giydi. O genç kız için kaymakamın üstü açık cipi bir günlüğüne ödünç alındı. Üstelik kar yağıyordu. (Ata binip gelin olsa ne değişirdi ki...) O genç kız için Adana'dan bir günlüğüne orkestra geldi. Düğünde vals çaldı, ilk kez tüm gençler gelin ve damatla birlikte dans etti. (Böylece genç kızın bir dergide gördüğü Atatürk'ün dans eden fotoğrafının hayali de gerçek olur.) Bütün o tutucu ve saçma gelenekler bir kenara atıldı. Genç kız, eşiyle birlikte el ele kol kola o gün o kadar çok eğlendi ki! Peki sonrası... Maraş'ın Afşin kazasında yaşanan bu olaydan sonra genç kızlar hep orkestra eşliğinde dans ederek evlendiler. At sırtında değil, modern bir görüntüyle... O günden sonra Afşin Belediyesi, o düğünde çalan orkestrayı kadroya aldı. Peki nereden mi biliyorum bu liseli deli kızın hikâyesini? Biliyorum işte. Çünkü o benim annem Hatun Ayşe Kanat! Anneme bir gün sordum: "Sahi, o valsi ve tangoyu nereden öğrendin?" Anacığım yanağımı okşadı; "Hayallerimden!"