Bu kardaşlığın ve arkadaşlığın içine vardan bir nokta, bir zırnık giremez. Köydesin, konu komşu, eş dost akraba olmadan bir şey girmez evin içine. Sabahtan akşama tarlada günün altında eşelersin toprağı, altını üstüne getirisin. Yevmiye diye eline sıkıştırırlar üç beş kuruş, onu da dünden veya daha önceki günlerden kalan, dükkân denini ödersin. Eve eli boş dönersin. Eşin ve çocukların boynu bükük, getireceğin farklı bir yiyeceği gözler bundan dolayı gelme zamanını kollar. Eh! Ne yapasın, önceden kalanı ödeyesin ki dükkân sahibi Musa' ya, yarın için, gelecek için. Yüzün olsun, yeniden alacakların için. Mecburen o akşam da bulgur aşına şükredersin, yanına kestiğin kara boğaz soğanına da. Ve mahcup olmamalısın yaşadığın yerdeki İsa ve Musa'ya. Bu günkülerin şoru ile kredin, kara postallıların sözü ile akrediten olsun, değil mi? Talebesin. Şehirde mektep okuyorsun. Cebinde yol parası olsa, bir simit parası bulamazsın. Simit almayı düşlesen köye ya giderken ya da gelirken yaya kalmayı göze alırsın gayrı. Bazen ikisine de bulamazsın bu para denilen mereti. Düşersin sabahın köründe yola daha da erden. Adımların sıklaşır varabilmek için ulaşacağın yere. Yaz olsun, kış olsun bedeninden bir ter boşalır, sırtından aşağı doğru. Birde arkadan gelen bir araba kollarsın. Gelecek olan öyle biri olsun ki, köyde gördüğü zaman seni; “bak, ben seni karda kışta ya da günün sıcağında arabama almıştım ha!” edasını takınmasın. Zaten arkadan gelen bir araba sesi duyduğunda gayri ihtiyari geriye döner ve bakarsın bu gelen hangi köyün arabası diye. Seni tanımayan yabancı birisi olursa, daha cesur olursun. El kaldırırsın, göğsünü gererek. Durursa ne güzel. Binersin şehre kadar, şehirden dönüyorsan köye kadar. Tüm cesaretini toplayacak olursun para teklif etmek için. Ama bilirsin ki bizim ova da yolda arabaya alınan birinden para alınmaz. Bunun rahatlığını yaşarsın. Arkandan gelen, köyün hasis ve görgüsüz bir varlıklısı oldu mu, kafanla beraber başka yöne dönersin. Arkadan geliyorsa, hiç ilgilenmiyor numarası çekersin köyün ağalarından birine. Yola düştün mü dua edersin. “Allah'ım ne olur bordo renkli araba var ya, o gelmesin. Onu süren şişko mısto'yu görmek bile istemiyorum, Ama hani köyün çok sevilen bıllo'nun, dado'nun çocukları, öbür köyden gelen, bir gözü tam görmeyen cipi bile olsa tereddüt bile etmeden binerim onların arabalarına. Onlar inerken cebime üç beş kuruş para bile verirler, halden anlarlar ve köyde tanıdıkların içerisinde de hiç lafını bile etmezler”. Dersin. Şehirdesin. Baban hasta çalışamıyor, çok çocuklu bir ailen var, erkeksen bir şekilde iş bulursun kendine. Biraz da sebat ettin mi üç beş yıl sonra çalıştığın işte, çıraklıktan kalfalığa hatta ustalığa bile ulaşırsın. İşin yanında, çalıştığın işin inceliğini, püf noktasını da biraz belledin mi, üstüne diyecek hiçbir şey yok gayri. Patronla da ilişkilerini ayarladığında, gel keyfim gel. Eğer elin ayağın biraz düzgünse, içinde Allah korkun da varsa, patronun kazancına kem bakmıyorsan, bed biri değilsen belki de iş sahibinin vazgeçilmez bir çalışanı olursun. Kazancın seni şehirde ayakta tutmağa yeter de artar. Hayırlı bir eş ararsın çağa çoluğa karışır gidersin işte. Eğer aynı şartlarda kız isen; işlerin bir hayli zordur bu ülkede. Okul okuyamazsın başarılı değilsen. Çok başarılı bir öğrenci isen, (başarıdan anlaşılan, sadece matematik ve fen derslerine ait testlerdir bu yerlerde) birileri yardım edebilir, elinden tutabilir. Büyük bir topluluk, ya da efendilerden, abilerden, ablalardan biri çıkar karşına, başarın devam ettiği müddetçe masrafların karşılanır. Ama burada bilmen gereken çok önemli bir durum var; başarı rüştünü ilkokul sıralarında ispat etmelisin. İlkokulu bitirip te hayatın yükünü omuzlarına aldığın zaman, ortaya çıkan başarıların, kimsenin ilgisini çekmeyecektir bile. Senin için çalışma alanı çok dardır ve de mayınlıdır bundan gayrı. Sosyal güvence denilen bir şemsiyeyi bulmak çok zordur bu ellerde. Çünkü geçmişten bu yana, sana ya da senden başka birine, ihtiyaç olan maddi değerler, birilerinin veya zümrelerin hükümranlığının devamı aşkına, daha büyük yerlerdeki ve ülkelerde ki, senin durumundan çok daha iyi şartları olan ama ülkesi ile milleti ile güç sahibi, sabi çocukların üzerine sosyal devlet ilkesi adına; yağmurdan, kardan, borandan, sıcaktan, soğuktan korunmaları için güneşlik, yağmurluk, yiyecek ve içecek olmuştur. Senin, sana ait olan değerlerin, oralarda ne işlere yaradığını hayal bile edemezsin. Bu değerlerin bir kısmının üstünü öyle bir örterler ki, ya da öyle bir süslerler ki, sana çok pahalı halde geri gönderirler. Gönderdikleri zehiri bal zannedip içersin yana, kana. Arada bir, birileri çıkar “ tanı bunları yavrum, tanı da büyü. Bunlar aşımıza ekmeğimize zehir koyanlardır. Bunlar zehirli engereklerdir.” Diye uyarır, haykırır, feryat ve figan eder ama ilk fırsatta onunda aşına konulan agu ile o da fazla yaşamaz bu yerlerde. En genç yaşında, ömrünün baharında, büyüdüğünü ispatlamak için seni ayırırlar, eşinden, aşından, köyünden. “ Burada büyüyüp gelişemezsin. Senin büyümen ve gelişmen bizim elimizde” derler birileri. Alçaltırlar ayakları altında seni. Daha da büyük olman için. Yat kalk, yürü, koş dur, öbür yana, bu yana dön dur. Belki bir buçuk, belki iki yıl geçer ömründen. Ama bir şartla; Hayatının en taze en güçlü olan zamanından. Zamanı geldiğinde bir şartla dönersin, memleketim diyebildiğin diyarlara, eşine ve aşına ve de yoldaşına; sona ermemişse ömrün. Tu kaka diye anlatılan ve öğretilen birilerinin ama gerektiğinde birileri tarafından kullanılabilen birilerinin sana verebileceği zarardan kurtulup dönersen bil ki en kahraman sensin, eşin ve dostun gözünde. Dönemezsen canlı olarak bu diyarlara; başkalarında bolca bulunan kutsallık ve kahramanlık nişaneleri ile gönderirler seni geride kalanlarına. Başkaları kutsalca ölen bir kahraman kazanmıştır. Ama geride kalanlara da senin acın ve yokluğun. Üç beş ay sonra eser kalmaz kahramanlığından ve kutsallığından. İlk defa omuzlara alınan cansız bir bedenin var gayri. Seni omuzlarında taşıtanların yakın semtine bile yaklaştırmazlar, geride kalanların kamusal alana uygun olmayan kılık kıyafetinden dolayı. Senden farkı kalmaz, farklı bir şekilde üzeri toprakla kapatılanların. Eşin ve çok yakın dostuna tatlı bir hayal bırakırsın, hatırlandığında yüzlere. Bir de birilerine karşı olan kin ve nefret kalır dostların yüreğinde, ama asla dile dökülme fırsatı da olamayacak bir suskunlukla. Ölerek kahraman olmanın yanında, sağ kalıp vücudunun bir bölümünü feda edenlerden olursun belki de. Aslında bu kaybettiklerimizden sonra başlamıştır, birçoğumuzda hayatın zorluğu. Acılar ve dertler üstümüze, üstümüze gelecektir gayri. Bir de, daha önceden uzunca bir süre bizim köyde yaşayan biri vardı.. Giyim kuşamıyla, tavır ve davranışlarıyla, tüm köylünün deli diye bildiği biri. Aslı bizim köylü değildi. Komşu bir ilden geliyordu. Birçok defa götürülüp evine kadar teslim edilmesine rağmen, yinede köyümüze gelirdi. En çok Hüseyin emmimin evinde kalırdı. Birde Ökkeş emimin kızı Ayşe ablam bakardı ona. Oğlu onu traş ederdi arada. Kendisi de çamaşırlarını yurdu. Her kesin gözünde deli idi ve adı da Niyazi idi. Fakat benim gözümde Niyazi çok değerli idi. Aslında Niyazi, kahramanlıkla delilik arasında bir yerde duruyordu. Konuşmalarında kahramanlık, davranışlarında delilik hâkimdi. Yinede çok severdim kendisini. Çok şey bilirdi. Bilge laflar ederdi arada. Her sözünde bizlere çok deli olduğumuzu söylerdi. Köyde ki yaşayanlar da Niyazi ye deli derlerdi. Tam anlayamadım kim akıllı kim daha deli ama neyse”¦ Aslında bizim hikâyemizdir bu. Sürer gider uzunca. Belli bir zaman sonra hepimiz bunu anlarız biraz zor olsa da: Ne kahramanız, ne de gazi. Bizim adımız geçmişten bu yana Niyazi'dir, Niyazi. İçimizdeki beyinsizlerden dolayı bizi helak etme Allah'ım!