Pazarcığa vardığımızda, geliyoruz diyen şoförlerin durumunu bilen yolcular durumu biliyorlarmış ki aşağıya indiler ve yarım saatlik mecburi moladan sonra yola devam ettik. Gölbaşı'na varmadan stabilize yolumuza dönerek koyu sohbetin yapıldığı yolculuğumuza devam ediyorken karşılaştığımız her köyün Çağlayancerit mi olduğunu soruyor ve daha gelmediğimizi öğreniyorum. Daha sonraki yıllarda görev yapan Balıkesirli öğretmen Veysel Bey vardı. Garibimin kararnamesinde Çağlayancerit merkez Fatih İlköğretim Okulu yazdığı için o da benim gibi çok sormuş geldik mi diye. En sonunda mezarlığın karşısındaki sakallı muhtarın (şimdiki sayın belediye başkanımız) tatlı dükkânının önünde otobüs muavini kendisine geldik deyince, Veysel hoca: Ama ben Çağlayancerit merkezde ineceğim! diyor ama Çağlayancerit'in burası olduğu gerçeğini değiştiremiyor”¦ Bozlara geldiğimizde güzel betonarme ve süslü evler hatta 1987 yılında ve bir köyde bina kapı zillerindeki düafonu bile ayırt ediyorum. Yine sordum bin bir ümitle ama yine değilmiş. Bozlardan sora kısık denilen bir yer var ki yol hem dar, hem de uçurum. Sol yukarı kısım kayalı ve yükseklik fazla, sağ tarafta da 40-50 metre aşağıdan Aksu çayı akıyor. Ben otobüsün sağ tarafında ve koridordaki koltuktayım ve dereden yanayım. Cam kenarında ise bir dozer operatörü Mustafa usta var. Kısıkta yolun uçurumlu yerlerine gelince elimde olmayarak koridora doğru çekilmişim. Bu halimi gören Mustafa usta herkesi güldüren şu espriyi yaptı. Hocam önce ben düşerim sana ne oluyor? Tabii diğer yolcularla birlikte gülüştük. Aksu ve Akdere mahallelerinin de Çağlayancerit olmadığını öğrendikten sonra yusupelândan(*) garaja, oradan da Veysel beyin de otobüsten indiği meşhur durağa geldik. Ortaokul, karşıda görünen bina(eski Kur'an kursu) ama yeni binaya taşındı dediler. O zamanki okul müdürümüz Bekir Uruş beyle tanıştık. Cerit hakkında detaylı bilgi verdi sağ olsun(hâlâ görüşüyoruz). Ulaşım o zaman sabah güneş doğarken dört beş araç yarışırcasına Maraş'a gidiyor ve saat 12 de Kıbrıs garajından aynı şekilde Ceride geliyorlarmış. Araçlara zamanında yetişemeyip kaçıranlar (Pazarlamacılar ve özel gelen araçlar hariç) bir gün sonrasını beklemek durumunda olduğu gerçeğini de öğreniyorum. Yine Veysel Bey Cerit'te daha yeniyken memlekettekilerle telefonla görüşüyorken ailesi ulaşımın nasıl olduğunu soruyor. Veysel beyin cevabı çok ilginç: Beş tane otobüs firması var diyor ve Yakupoğulları, Tosunoğulları gibi isimleri sayıyor(aslında her araç sahibi kendi soyadını yazıyordu)”¦ Bekir Bey anlattıkça hem dinliyor hem de buradan nasıl kurtulacağımın yollarını düşünüyorum. Sonunda düşüncemi bir cesaretle müdürümüze de söyledim. Ev aramayacağımı çünkü gitmenin bir yolunu bulmanın ev bulmaktan daha önemli olduğunu da söyledim. Maraş'a gideceğim ama otobüsler sabah kalktığı için sabahı bekleyeceğim. Dakika bir gol bir derler ya, ben mahrumiyeti yaşamaya başladım bile. Çünkü geldiğim yer olan Bolu'nun aşçılarıyla meşhur Mengen ilçesi çok eski bir ilçe ki, Zonguldak asfaltı üzeri ve Ankara, İstanbul ve İzmir'e ulaşım saat başı var ve güzel bir evde oturuyordum. Bekir beyle konuşurken bir vatandaş Mılla'nın kamyonu Maraş'a gidecek dedi ve az sonra da kamyon geldi. Tabii biz Çağlayancerit'ten tayin ile gitmenin yolunu bulamadık. Bu arada Cerit'te bir efsane olan İbrahim Arı hoca ile tanıştık ve bana: Ben de üzülerek gittim ama orda ev bile yaptım dedi. Çağlayancetit'e ikinci gelişim biraz macera gibi. Günlerden Cuma ve namaza yarım saat var. Seminerden tanıdığım ve karşılaşınca bir akşam evinde misafir eden öğretmen arkadaşım ve bana rehberlik eden Hüseyin Özdöşemeci bey ile garaja geldik otobüsler yan yana dizilmiş yolcu bekliyorlar. İlk yanına vardığımız otobüsün muavini Engizekli İbrahim'den otobüsün saat 12 de kalkacağını, Cuma ne olacak deyince de Cuma'dan sonra kalkabileceklerini öğrendik ve emin bir şekilde camiye gittik. Saray altı Camii'nde namazdan sonra geldiğimiz garajda otobüslerin gitmiş olduğunu, ama istersem Küçükcerit köyünün otobüsü ile gidebileceğimi söylediler. Aksu mahallesinde otobüsten inip kum traktörlerini bekledim ama gelen olmayınca, Cerid'in dokuz kilometre olduğunu öğrenince yola koyuldum. Akşam güneşine karşı yürüyordum. Cuma günü Cerit'in pazarı olduğu için sepetli motorlar ve traktörler Cerit'ten uzak mahalle ve küçükcerit köyüne yolcu taşıyor ve sürekli karşılaşıyoruz. Bir sepetli motor birkaç sefer yapmıştı ki son seferini yaparken yine karşımdan geliyor ve konuşmalarını duyabileceğim şekilde yaklaşırken benim için pişti haa! Diyorlar ki gerçekten güneşten çok etkilenmiştim. Aksu'dan yürümeye başladıktan bir buçuk saat sonra Ceride varmıştım. O zaman faaliyet gösteren İbik İbrahim edenin fırınının yanındaki kebapçı Ramazanın orda karnımı doyurdum. Şimdiki maliye lojmanlarının giriş katında belediye hizmet veriyor. Son kattaki bir dairede de misafir hane var. Misafirhanede yine dozerci ve yakıt getiren kamyoncu misafiri var. Dozercinin, kalması için ısrar ettiği için kamyoncu burada kalacakmış. Ben yorgun olduğumu ve erken yatacağımı belirttim. Onlar gece geldiklerinde uyanıp uyanmayacağımı sorunca uyanacağımı ve bekletmeyeceğimi söyleyince arkadaşlar gezmeye gittiler. Gece bir uyandım ki saat iki ve odalarda kimse yok. Sonradan öğrendim ki; gelmişler ve önce zili sonra da kapıyı çalmışlar, gürültüye lojmandaki diğer komşular bile uyanmış ama ben uyanamamışım. Uyandıramayınca da mezarlığın kenarındaki gece açık olan fırına gitmişler. Fırıncının, en uygun olan ve fırının üzerindeki bir yere hazırladığı yatakta yaz günü fırının da sıcağında sabaha kadar kıvranıp durmuşlar. Karşılaştığımızda özür diledim tabii. Okul müdürümüz izinli olduğu için ev ararken bu defa müdür yardımcımız Ali Aksoy Bey ilgilendi. Sadece Ali Bey değil, karşılaştığımız her vatandaş bize yardımcı oldu. Sokak sokak ev aradık ve söylenen her eve baktık. Kezban Camii'ne yakın, derenin batısında eskiden çarşı gibi dükkânları biliyorum. Mesela Tekere Ali edenin bakkalı ve rahmetli Güççük Edenin kebapçı dükkânı, Semerci Ali Rıza edenin dükkânı gibi”¦ Yine orda bakkal Aziz ede bizi bir eve götürdü ki evin damı toprak, odanın biri karanlık ve ayağımla yokladım tabanı da tam olarak beton değil. Nasıl bulduğumu sorduklarını gerçekten duyamadım şaşkınlığımdan. Nasipmiş, Ceritli'nin konuk evleri dediği afet konutlarından Gazi Veli Yıldızlı'nın evini yıllığı yüzbeş liraya tuttuk. Evde kiracı var ama eşyayı getirene kadar evine taşınacakmış. Emin bir şekilde evi getirmeye gittim. Eşyalarla akşamüzeri Çağlayancerit'e geldiğimde kiracının çıkmadığını, yakın bir zamanda da boşaltamayacağını öğrendik. Tekrar ev aramaya devam ederken eşyalar kamyonda sarılı bekliyor. Dostlarımız Yakup Mustafa edenin giriş katının anahtarını getirdiler ama affedersiniz tuvaleti dışarıda ve ana yol üzerinde olduğu için tam ısınamadım. Eşyaları sabah indirmeye karar verdik ve akşam yine ev aramaya devam ettik. Sabahleyin, sağlık ocağının karşısındaki o zamanki postaneyle aynı binadaki bir evi Nalbant Ali ededen tutup önceki evin anahtarı Mustafa edeye gönderip, eşyaları da yeni eve indirdik. Artık Çağlayancerit ortaokulunda fen bilgisi öğretmeniyim. Çağlayancerit bana: Bir, bozulmamış Osmanlı konuşma dilini hatırlattı. Çünkü o zaman yaşlı - genç, kadın ”“ erkek, öğrenci ”“ öğrenci olmayan Ceritli vatandaşlarımız konuşmaya ben derim, ya da ben derim ki kelimeleriyle başlıyorlardı. Şimdi nasıl bilemiyorum tabii. İki, Maraş'a gidiş gelişlerde otobüste arkadaki bir yolcunun öndeki bir yolcuya, ya da öndeki birinin arka taraftaki birine (bizim köylerde de olduğu gibi) laf atma ve şakalaşma kültürünün hâlâ devam ettiğini(Biliyorsunuz ki şehirlerarası yolculuklarda değil uzaktakiyle yakındaki ile bile tam sohbet olamaz); Üç, Bayramlarda komşuların yerli halk veya yabancı memur, işçi gözetmeden büyük-küçük ziyaret edilmesi geleneğinin samimi bir şekilde devam ettirildiğini( ancak o zaman maalesef kapı vurma âdetinin tam gelişmediğini); Dört, İnsanın sinirlenme haline (yine bizim köylerde de olduğu gibi) hööğkelenme denilmekte olduğunu, Unutulmayacak şekilde hatırlattı. Çağlayancerit'te görev yaptığım süre, benim memuriyet hayatımda bir önemli kilometre taşıdır. Orada bir buçuk yıl öğretmenlik, üç buçuk yıl da ilçe milli eğitimde şube müdürlüğü ve müdürlük görevini yürüttüm. Çok güzel dostluklar kurduk. İnsanlarımızın lakaplarıyla yazdığım sadece samimiyetten kaynaklanmakta olduğunu zaten kendiler de biliyorlar. Özbeklerin dayısı Çete Memmed'in, mirası bahane ederek yeğenlerinin ardından sövdüğünü ve rahmetli Kerem Salman'ın bir sabah namazından sonra garaj camii minaresinden, ölmediği halde kendi salâsını okuyup Engizeğe gittiğini nasıl unuturum. Şimdi diyorum ki; iyi ki Çağlayancerit ve Ceritli'ler var ve ben de orada görev yapmışım. Gönül dolusu selamlar. (*) Yusupelân: Çağlayancetit'te mahalli olarak adlandırılan bir semt.