Kim bilir ne sıkıntılar çekmiş ne zahmetlere katlanmak zorunda kalmıştır. Hastalandığımda gecelerce beklermiş yatağımın ucunda.Hangi ağlamanın açlık hangi ağlamanın susuzluk hangi ağlamanın hastalıktan kaynaklandığını -ilahi bir lütuf olsa gerek -nasıl da bilirmiş. İlkokula başladım sonra.Benimle birlikte heyecanlandığını hatırlıyorum.Ortaokul ve sonra lise bitti.Üniversiteyi kazandığımı hatırlıyorum.Anacığımın yanaklarından sevinç gözyaşları dökülüyordu.Benden çok sevinmişti okulu kazandığıma.Askerlik ardından evlilik girişimi..Söz kesildiği gece yine ağlıyordu anacığım sevinçten.Evlendim sonra.Dünyalar tatlısı kızım dünyaya geldi.Bu sefer eşime baktım o da ağlıyordu sevinçten.Hatırlamaya çalışıyorum.Ama ne kadar da zorlasam hatıralarımı yoktu anamdan başka benim için sevincinden ağlayan. Yıl 2010.Bir anneler gününü daha geride bıraktık.Ben aslında pek sevmem tek güne sıkıştırılmaya çalışılan sevgileri.Ancak toplumsal kanılar o yönde zenginleşmeye başladığı için boş da veremiyorum. Anacığımı düşünürken aklıma Veysel Karani geldi: Mübareğin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karani onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder. Veysel Karani Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammede dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karani'nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Server'i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler. Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşar. Efendimizin hasreti kor olur, ciğerini yakar. Onu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse... Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildir. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla “İstiyorsan git!” der, “Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?” Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktur. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilir ki? Onun nazını kim çeker sonra? Üveys hasretini yüreğine gömer. Bir daha bu konuda tek kelime etmez. Ama o günden sonra daha fazla ağlar, daha fazla yalvarır. Aşkını kayalara, kumlara, anlatır. Kuşlarla, develerle dilleşir, serin seher yeliyle selâmlar yollar Haremeyn'e. Ve ufuklar perde perde açılır, dağlar çekilir aradan. Artık o günboyu ibadet eder, sürüyü melekler bekler. Hayvanlar mı? İnanın muma döner. Evet Üveys, Allah Resulünün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemez, ama mânâ aleminde çok şeye kavuşur. Efendimizle aralarında imrenilecek bir dostluk başlar. Hoş onlar için mesafelerin ne önemi vardır. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra “feyz” nehir olur akar. Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve “Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor” buyururlar, “İhsan ve iyilikte Tabiinin en iyisi Üveys-i Karni'dir!” Yine Efendimiz buyururlar ki: “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Kıyamet günü Rabia ve Mudar kabilelerinin koyunlarının kılları adedince insana şefaat edecektir.” (ki bu iki kabile sürülerinin çokluğu ile tanınırlar) Bunları yazmışken Musa peygamber ile ilgili bir kıssa daha vardır onu da paylaşmak isterim sizinle: Musâ peygamber, Tûr Dağı'nda Allah u Tealâ ile konuşma şerefine erdikten sonra: “Yâ Rabbi, benim Cennet'teki komşularım kimlerdir, bazılarını bildirir misin?” diye bir istekte bulunmuştu Allah, Musâ peygambere: “Senin Cennet'teki komşularından biri, falan yerde yaşayan bir kasaptır Görmek istersen, dükkânı falan yerdedir Git, bir gece kendisine misafir ol,” buyurdu Musâ Peygamber, bu kasabın nasıl bir iyilik işleyerek kendine Cennet'te komşu olmayı hak ettiğini düşündü Bu merakla, onun bulunduğu bölgeye doğru yola çıktı Nihayet kasabı bularak: “Ey Allah'ın kulu, bu gece sana misafir olmak istiyorum, kabul eder misin?” dedi Kasap: “Hay hay! Tanrı misafirlerine, kapım daima açıktır, akşam olsun da eve birlikte gidelim, dedi Akşam olunca, kasap elindeki sepetin içini yiyeceklerle doldurdu Birlikte evin yolunu tuttular Eve gelince kasap: ”“ Bana müsaade buyurun, evvela şu salıncakta, değerli bir misafirim daha vardır Onun hatırını sorup ihtiyaçlarını karşılayayım, sonra sizinle ilgilenirim, dedi Odanın bir köşesinde asılı duran salıncaktan yaşlı bir kadın çıkardı Altını temizledi, elbisesini değiştirdi Adeta bir iskeletten ibaret kalmış ihtiyarın bütün hizmetini görüp, yemeğini yedirdikten sonra, tekrar yerine yatırdı O sırada İhtiyar kadının anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söylendiği duyuldu Kasap da bu sözlere “âmin” dedi Musâ peygamber sordu: “Bu kimdir ki, kendisine bu kadar özenle hizmet ediyorsun?” Kasap: “Bu benim anamdır Vaktiyle benim bütün zahmet ve sıkıntılarıma katlanmış vefakâr bir kadındır Şimdi ben de kendisine evlâtlık görevimi yapmaya çalışmaktayım ” ”“Peki, hizmetinin sonunda bir şeyler söyledi, sen de âmin, dedin; ne dedi ki? ”“Annem, hizmetlerimden çok memnun kaldığı için, bana her gün, “Oğlum, Cennet'te Musâ Peygambere komşu olasın ” diye dua eder; ben de âmin derim Bu olacak iş mi? Musa Peygamber kim, ben kim? Ben onun yanına bile yaklaşabilir miyim hiç? Bu esnada kendisini tanıtan Musâ Peygamber: “Müjdeler olsun sana,” dedi “Ben Musâ Peygamber'im Cennette senin bana komşu olacağını Allah haber verdiği için, komşumu görmek üzere buraya gelmiştim Anana hizmetten sakın geri kalma,” diyerek oradan ayrıldı Bu vesileyle tüm anaların ellerinden öpüyor, günlerini kutluyorum.