Birinci hakikat, “çevre zorla korunmaz, çevre sevgiyle korunur.” Birçok parkta ya da ormanlık alan kenarlarında, uyarı levhaları üzerinde yazan o meşhur ibareyi siz de görmüşsünüzdür. “Ağacı, yeşili bekçi değil sevgi korur.” Bu ibare basitmiş gibi görünse de içerisinde büyük bir hakikati saklar. Evet, gerçek şu ki, çevre zorla korunmaz, çevre sevgiyle korunur. Çevre korumacılıkta birinci basit hakikat budur. Bunu böylece belirledikten sonra, ikinci hakikate geçebiliriz. “Çevre bir emanettir”. Kimin emanetidir? Kime emanettir? Çevre yani, yani toprak, hava, su, ağaç, orman, nehirler, dağlar ve diğer varlıklar hepsi de Allah'ın insanlara bir emanetidir. Bu husus, Kuran-ı Kerim'de, “O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti” şeklinde beyan edilmektedir. (Enam Suresi, 165. ayet) Halife kelimesinin lügat mânâsına baktığımızda, “öncekinin yerine geçen”, “şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (A.S.M.) vekil olan zât”, “imam” şeklindeki açıklamalarla karşılaşırız. Bu açıklamalardan çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, “halife”, bir konuyu, bir görevi ya da bir idareyi yüklenen mânâsındadır. Geniş ve farklı mânâları bulunan bu kelimeye konumuz açısından baktığımızda, “yeryüzünün insanlara emanet olarak bırakıldığı hakikatiyle” karşılaşıyoruz. Çünkü, yeryüzünün halifesi kılındığımıza göre, bir bütün olarak çevre emanetini yüklenmiş bulunuyoruz ve emaneti gereği şekilde muhafaza etmekle mükellefiz. Bu emaneti, gelecek kuşaklara, bizden sonraki nesillere en güzel ve en uygun bir şekilde devretmek zorundayız. Esasında, bu hakikat içinde bir başka hakikat daha vardır. O hakikat de şudur: “Mülk Allah'ındır”. Bu husus, Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmaktadır: “Göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir.” (Furkan, 2) Öyleyse, hiçbir kimse, tabiattaki nimetlere, yani toprağa, havaya, suya, ağaca ve diğer varlıklara kendi malı, mülkü gözüyle bakamaz. Üçüncü hakikat, çevre meselelerinin kaynağında, “insanın açgözlülüğü, nimetlere karşı nankörlüğü, yalnızca bugünün düşünüp istikbalini göz ardı etmesi, çevresine karşı kayıtsız kalması” yatmaktadır. Esasında, insanın açgözlülüğü, nimetlere karşı nankörlüğü, geleceğini ciddi mânâda düşünmemesi çevre açısından yanlış olduğu gibi, her açıdan yanlış ve hatalıdır. Bu durumda, çok açık ve altını çizecek şekilde, “nankörlük, açgözlük, düşüncesizlik çevre konusunda yanlış ve hatalı olduğu gibi, her zaman kötüdür” diyerek, bu hata ve yanlıştan uzak durmalıyız. Dördüncü hakikat, “çok tasarruf ederek, az tüketerek hem cebimizi ve hem de çevremizi koruruz”. Bu hakikati, kapitalizmin alışveriş çılgınlığına kapılanlar, “nereden bulursan bul, harca, nerede olursan ol, tüket” mantığına sahip olanlar pek anlayamazlarsa da, çevre korumacılıkta geçerli en temel hususlardan birisi “tasarruftur”. Tasarrufun bu cephesi bilhassa gençlerimize anlatılmalıdır. Bu noktada, Kuran-ı Kerim'de belirtilen “israfın haram olduğu” gerçeği tüm zihinlere nakşedilmelidir. Kuran-ı Kerim'de belirtilen bu hususu çevre korumacılıkta ehemmiyetine binaen burada hatırlatıyorum: “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez”. (Araf, 31) Çevre korumacılıkta beşinci basit hakikat şudur: “Her canlının korunması gereken bir hakkı vardır”. İster nebat, ister hayvanat olsun herkesin korunması gereken bir hakkı mevcuttur. Bu hakkı tanımak ve ona saygı göstermek gerekmektedir. Çevre meselelerinin yoğun olarak yaşandığı günümüzde, “çevre korumacılık” lük değil, bilakis hayati bir konudur. Kimse çevre konusuna bigane kalamaz. Bizler de kalmamalıyız. Bu konuyu mutlak surette devamlı ön planda tutmalı ve yaşadığımız dünyada çevre korumacılık alanındaki mesuliyetlerimizin farkında olmalıyız. Çevre korumacılık dediğimizde, sanki çok karmaşık ve içinden çıkılmaz bir konu anlaşılmasın, esasında çevre korumacılık çok basit hakikatlere dayanır. Bu hakikatleri yukarıda sıraladık. Önemli olan, bu hakikatleri gönüllere ve zihinlere yerleştirmektir.