Çok uzun yıllar, ülke içinde barış ve huzur egemen olmuş. Bilge kral, artık yaşlandığını hissetmiş ve yerine geçecek kralı sağlığındayken belirlemek istemiş. Çünkü çok sevdiği ülkesinin başında ehil bir kral görmek istiyormuş. Kral adaylarını sınav yapmak için toplamış ve sınavın konusunu açıklamış: ””Bana iki tane yemek getireceksiniz. Birinci gün dünyanın en güzel yemeğini ikram edeceksiniz. İkinci gün ise dünyanın en kötü ve tatsız yemeğini getireceksiniz. Kral adayları birinci gün çok güzel yemekler hazırlamışlar. Hazırlanan yemeklerin görüntüsü bile insanın iştahını kabartıyormuş. Kral adaylarından birisi, bir inek dilini pişirip tabağa koymuş. Çeşitli sebzelerle tabağı süsleyip servis yapmış. Hem lezzeti hem de görüntüsü çok güzelmiş. İkinci gün kral adayları, yanmış, kokmuş, tatsız, tuzsuz yemekler getirmişler. Herkes kimin kral seçileceğini çok merak ediyormuş. Bir önceki gün inek dili getiren kral adayı menüde değişiklik yapmamış. Her iki günde de dil getiren adaya kral sormuş: ””Sen dün dil getirmiştin bugün de dil getirmişsin. Bunun bir sebebi var mı? ””Elbette var sayın kralım. Dünyanın en lezzetli şeyi dildir, çünkü hakikati dile getirip insanların iyiliği bulmasına yardım eder. Doğru sözler başka insanları doğru yola yöneltir ve onları cesaretlendirir. Diller sevgi ve ahenk kelimeleriyle bütün ülkemizi bir arada tutar. Dil, dünyanın en tatlı şeyi olduğu gibi en kötü şeyi de olabilir. Öfke ve yalan söyleyen diller, insanları kırar ve onları yanlışa yöneltir. Dilin söylediği yalanlarla koca bir millet param parça olur. Bütün silahlardan daha korkunç şekilde ülkemizi felakete sürükleyebilir. Bu cevaptan çok hoşnut olan kral, kalabalığa dönerek kararını açıklamış: “””Hepinizin çok marifetli olduğunu gördüm. Bundan dolayı sizlerle gurur duydum. Yeni kralınızı tanıtıyorum.” diyerek dil getiren ve dil ile ilgili açıklamayı yapan adayın elini havaya kaldırmış. Hem bilge kral hem de diğer kral adayları, yeni kralı kutlamışlar. Bağlılıklarını ifade etmişler. Yeni kral ve yardımcıları, senelerce ülkeyi barış ve huzur içinde yönetmişler. Devlet yönetiminde ve halk arasında, doğru sözü, tatlı dili ve güler yüzü esas almışlar. Haksız yere kimse kimseyi kırmamış. Atalarımızın [B]“tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır”[/B] şeklinde ifade ettikleri gibi, tatlı dile ve güler yüze “hayır” diyebilecek insan sayısı çok azdır. Toplumun değişik kesimlerine ait sosyolojik fotoğraflar çekebilmek amacıyla, faturalarımı kendim ödüyorum. Elektrik, su, doğalgaz, telefon, internet faturalarım için bankaya otomatik ödeme talimatı vermedim. Biraz zamanımı alıyor ama fatura ödeyen ve veznede görevli kişilerin durumunu yakından görmek, bana içinde yaşadığım toplumu daha yakından tanıma fırsatı veriyor. Geçenlerde su faturası ödemek için ilgili kurumun veznesine vardığımda, görevli personelin yüz ifadesinde yorgunluk ve bıkkınlıktan başka bir şey yoktu. Hem görevli hem de ücret ödeyen insanlar, adeta robotlaşmış gibi davranıyorlardı. Para ödeyecek kişi kapıdan içeriye giriyor. Elini cebine sokup faturayı ve ona karşılık gelecek parayı çıkartıyor. Hiçbir şey söylemeden veznedeki görevliye uzatıyor. Görevli, faturayı ve parayı alıyor, bilgisayardan işlemi yapıp makbuzu yazdırıyor. Varsa para üzeri ile birlikte makbuzu vatandaşa uzatıyor. Vatandaş, sessizce kapıdan çıkıyor, görevli işine devam ediyor. Bu işlem bu şekilde devam edip gidiyor. Önümdeki insanlar, faturalarını ödeyip sıra bana geldiğinde görevlinin gözlerine baktım ve: [B]“””Önce merhaba!” [/B] dedim. Görevli çok şaşırdı. Çünkü ben sadece “Merhaba!” ya da “İyi günler!” dememiştim. “Merhaba!” sözcüğüne özel bir anlam yükleyerek “Önce merhaba!” demiştim. Görevlinin, sanki aylardır hasret olduğu bir sözü söylemişim gibi gözlerinin içi güldü. Aynı nezaket üslubuyla karşılık verdi: ””Hoş geldiniz beyefendi! Buyurun! Faturayı ve gerekli parayı görevliye uzattım. Görevli, büyük bir keyifle bilgisayardan işlemi yaptı makbuzla birlikte para üstünü bana uzattı. Elindeki parayı ve makbuzu aldım. Gülen gözlerinin içine bakarak: “””Teşekkür ederim, iyi çalışmalar!” dedim. Görevli kişi, çok mutlu bir yüz ifadesiyle: “””Rica ederim efendim, görevimiz.” dedi. İyi günler dileğiyle bürodan çıkmak üzereydim ki, görevli ardımdan seslendi: [B] ””Beyefendi, çok teşekkür ederim. Kendimi çok daha iyi hissediyorum. [/B] Elim kapının kolunda olduğu halde arkama döndüm ve görevliye baktım. Hiçbir şey söylemedim. Tebessüm ederek kendisini onaylar gibi başımı salladım ve bürodan ayrıldım. Toplum olarak gelişen teknoloji ile adeta bizler de robotlaştık. Sabah evden çıkmamız, işe gitmemiz, trafikteki agresif hareketlerimiz, patlamaya hazır bir bomba gibi sinirli tavırlarımız maalesef normal hale geldi. Bu tutumlarımız sıradanlaştı ve biz de kendi anormal halimize alıştık. Artık, sosyal hayatta bağırıp çağıran, nezaket dışı tavır sergileyen insanlara aldırış etmiyoruz. Görgü kurallarını içselleştirip kendi hayatında uygulayan ve karşıdan nezaketli tavır bekleyen kişilere, anormal insanlarmış gibi muamele ediyoruz. Hz. Mevlana'nın, [B]“Ne kadar bilirsen bil ve ne söylersen söyle, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.”[/B] sözünü hatırdan çıkarmadan, insanlara kapasitelerine göre ve anladıkları dilde olmak kaydıyla; güler yüzle, tatlı dille hitap edebiliriz. Suya atılan bir taşın halkalar şeklinde büyüyerek dalga oluşturduğu gibi görgü ve nezaket kurallarını, kendimizden başlayarak ailemizde ve yaşadığımız toplumda egemen kılmaya çalışabiliriz. İnanın böylesi hepimiz için daha iyi olacaktır. [B]Yazara mesaj:[/B] [email protected] www.yusufyesilkaya.net [B]Not: Bu yazı;[/B] www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr ve www.gelisimbahcesi.com [B]web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.[/B]