Ruha ulaşmanın bazen doğru bazen yanlış metotlarını kullanmış, bazen ruh diye nefse tutunmuş, bazen hem ruha hem de farkına varmadan nefse yapışmış, neticede ruha yönelmiş bir kültür havzasıdır. Çin'den Hindistan'a, Malaylardan Japonlara kadar tüm doğu, ruh ile dirilmiş, ruh ile ölmüş, ruh ile yaşamıştır. Doğu kültürlerinden kastımız, bu günün ne olduğu belli olmayan Çin'i, hızla kapitalistleşen Hindistan'ı değil, kadimden beri ürettikleri ve halen de toplumlarının karakterlerini yoğun şekilde belirleyen Hinduizm, Taoizm, Budizm vesaire anlayış ve yaşayışlardır. Bunlar ruh ile nefs arasındaki kavgayı, akıl ile değil, saf ruhi kuvvetlerle yapmaya çalışan, bunu nispeten başaran fakat hedef olarak ilginç tasavvurlar üreten kültürlerdir. Ruhu, nefs ve akıldan soyutlayıp yalnız bıraktığınızda, insan toplamına ulaşamazsınız. İnsanın en kıymetli unsuru, hayat kaynağı, varlığının aslı, şahsiyetinin asaleti ruhtur. Ancak onu yalnız bırakmak, motorun kıymetine atıf yaparak fakat onu otomobile takmadan etrafında tavaf yapmaya benzer. Otomobilin en kıymetli parçası (unsuru) motordur ama yalnız başına hiçbir anlam ifade etmez. Bu durum, “doğru”nun yanlış bir sentezde nasıl kullanılabildiğinin de en önemli misalidir. Ruh, insanın en kıymetli unsurudur ama onun kıymetinin tecelli etmesini önlediğinizde kıymetsizleşir. Yani motor otomobili hareket ettirir ama bağımsız olarak tutarsanız kendini bile yerinden kımıldatamaz. Ruh hayattır, nefs dünyadır, akıl ise bu ikisi arasında dengeyi kuracak olan idrak melekesidir. Aklı ihmal ettiğimizde zaten ruh ile nefs arasındaki dengeyi ve köprüyü kurma imkânını kaybediyoruz. Doğunun insan tezi bir de nefsi reddediyor, ne kaldı geriye? Hayatı dünyada yaşamıyor muyuz? Dünyayı (nefsi) reddederseniz, hayatı havada mı yaşayacaksınız? Gerçi Hind fakirleri bunu da yapıyor ya”¦ Lakin marifet oturduğun yerde, araçsız (aletsiz) havalanmak değil, hayatı “güzel” şekilde yaşamak, başkalarına “faydalı” olmak, bütün bunları da “doğru” yapmaktır. Sadece ruha yaslanmak, sadece ruhu merkez almak, sadece ruha ulaşmaya çalışmak, ruha da ruh ile ulaşmaya gayret etmek, dünyayı imar etmeyi terk etmektir. Dünyayı ve insanlığı imar inşa etmeyi terk etmek, çöplükte yaşamayı kabul etmektir. Ruh gibi asil ve asli kıymeti çöplükte yaşatmak, ruhçu dünya görüşü değildir. Ruh paktır, temizdir, nezihtir, asildir. Onun bu hususiyetlerine uygun bir dünya inşa etmek veya dünyayı o hususiyetlere uygun şekilde imar etmek gerekir. Nefs bile çöplükte yaşamaya razı olmaz. Hayatı ve dünyayı çöplüğe çevirme pahasına ruhçu olduğunu iddia edenler, aslında ruh yerine başka bir menzile ulaşmaktadır. Dünyayı imardan, insanı inşa'dan vazgeçen her anlayış, ruha bağlı değil aksine şeytana bağlıdır. Doğunun ruhçuluğu, bazen dünyayı imardan vazgeçmek şeklinde zuhur etmiş ve hayatı kendi haline bırakmıştır bazen de ruhun “doğrudan tecellisine” şahit olmuş ve temiz bir dünya kurmuştur. Ruhu çöplüğe mahkûm ettiğinizde bir müddet sonra sabrı biter ve patlar. Ruhi patlamalarda yeni bir kültür oluşmuş ve o kültürler dünyayı temizlemeye gayret etmiştir. Fakat temeldeki saf ruhçu görüş bir müddet sonra avdet etmiş ve tekrar hayattan çekilmeye başlamış, dünyayı kendi haline bırakmıştır. Özet olarak şunları tespit etmek gerekir. Doğunun ruhçu insan tezi, özünde hastalıklıdır. Doğu kültürlerinin kaynaklarında (bulanmadan, karışmadan önceki halinde) ruhun varlığı vakidir. O kaynaklardan üretilen ruhçu insan modeli, zamanla kültürün kaynaklarından uzaklaşması ve bozulması ile “ruhi altyapısını” kaybetmiştir. Bu büyük bir handikaptır. Hem ruhçu insan modeline sahip olacaksınız hem de “ruhi altyapıyı” kaybedeceksiniz. Batının nefs merkezli insan tezinin ruhi altyapıya sahip olmaması anlaşılabilir bir durumdur ama doğunun ruhçu insan tezinin ruhi altyapıyı kaybetmesi tuhaftır.