Sarı saçlı, beyaz tenli ve mavi gözlü yabanıl insanlar arasında, esmer, siyah saçlı, siyah gözlü bu çocuğun, boş inançlar ve hurafelerle yaşayan köylüler tarafından dışlanılması, benzersiz bir alegoriyle dilegetirilir bu romanda. Romanın kahramanlarından Lekh, ormanda avladığı kuşları köylülere satmakta, geçimini onunla sağlamaktadır. Sevgilisi deli Ludmilla ile buluşamadığı günler, ormanda yakaladığı kuşlardan birini rengârenk boyalarla boyamakta, ona çıraklık eden çocuğun eline vermekte, çocuktan kuşu şiddetle sallamasını istemektedir. Boyalı kuşun çığlıkları üzerine gökyüzünde kuş sürüleri toplandığında ise salıverilen kuş, sürüye katılır, ama bu, onun sonu olacaktır: Kuşlar, boyalı kuşu kendilerinden saymadıkları için onu gagalayarak parçalayacaklar, boyalı kuş, tüyleri dökülmüş ve kan içinde yere düşecektir. Boyalı kuş alegorisini, Kahramanmaraş'ta annelerinin ölümü üzerine intihar eden gencecik dört kardeş dolayısıyla hatırladım. Raden, Beraris, Rulin ve Sajen, birer 'boyalı kuş' muydular? Anneleri, onlara bu adları verirken, bu adlarla onların, çevrelerindeki insanların gözünde birer 'boyalı kuş' olacaklarını düşünmemiş miydi? Anne heykeltıraş Neyran Sağocak, eski deyişle nevi şahsına münhasır ya da ekzantrik bir kadın. İstanbul'lu bir hanımefendi. Heykel yapıyor, çevredekiler, 'put yapıyor!' diye konuşuyorlar! Belki de, Neyran hanımın heykelleri dolayısıyla, aileye 'şamanist', 'ateist', 'hasta' gibi bazı sıfatların yakıştırıldığını söylüyor aile yakınları. 'Milliyet'te çıkan o gerçekten kuşatıcı haberinde Şükran Pakkan, çocukların amcası Nevzat Şenocak'tan şu sözleri aktarıyor: 'İsimleri dikkat çekiciydi; entelektüel düzeyi yüksek, hele Kahramanmaraş için, fazla yüksek bir aileydi. Anne ve çocuklar dışardan bir kötülük görmekten korkuyorlardı.' Anne ve çocuklar, 'dışardan bir kötülük görmekten korkuyorlardı'- ama neden? Şükran Pakkan'ı alıntılıyorum: 'Kahramanmaraş'ı konuşuyoruz: Bir bağ evinin dört ayrı köşesinde hayatına kıyan dört kardeşi konuşuyoruz. [...] Konuşuyoruz, ama nedenleri sormayı unutuyoruz'. Evet, neden? Anne bir 'boyalı kuş'; çocuklarını da küçük 'boyalı kuşlar' olarak büyütmüş. Boyaları, daha başlangıçta, adlarında görünüyor: 'Başka-oluş'u kabul etmeyen bağnaz bir çevrede, çocukları birer 'boyalı kuş'a dönüştüren adlar: Raden, Beraris, Rulin, Sajen! Bu adların, kimlikler konusunda tereddütler doğurması? Türk adı değil, Kürt adı değil! Kimlik olarak bir göndermesi olmayan adlar! Amca Nevzat Şenocak 'isimleri dikkat çekiciydi' derken, adların referansı belirsiz oluşuna (hangi dine, hangi etnisiteye, neye, nereye?) dikkati çekmiyor muydu? Çocukların okulda, sınıf arkadaşlarınca, zihinlerindeki verili kimlik formatlarının hiçbirine oturmayan bu adları nasıl karşıladıklarını tahmin edebiliriz. Harry Potter romanlarındaki büyücü adlarıyla bir çağrışım mı kurdular acaba? 'Başka-oluş'ların, dışlanmışlıklarına yol açması, adlarından başlamıyor muydu? Gazeteler, intiharları anneye bağımlılıkla, onun ölümüyle ilişkilendirdiler. Aslında bu bağımlılık, dört boyalı kuşun, ana boyalı kuşla oluşturdukları bir kader birliğinden öte bir şey değildi. Ana boyalı kuş, onları yuvalarında 'kanatlarının altına' almıştı. Ananın ölümü, yavru boyalı kuşları, dışardan gelebileceğini düşündüklerine karşı, kolu kanadı kırık, korumasız bırakmıştı. Analarına sımsıkı sarılmalarının nedeni buydu... Anaç kuş, çocuklar yuvadan uçmasınlar diye, onları boyamış olabilir miydi?