Dünya asırlarca bu çalkantılarla yaşamış, ta ki tüm insanlığın ve cinlerin kurtuluşuna vesile olacak bir din ve o dini tebliğ edici bir Peygamber gelene kadar. Ondört asır evvel İslamiyetin gelişinden önceki insanlığın içerisinde bulunduğu dünyaya bir baktığımızda faizin, içkinin, zinanın, çocukları diri diri toprağa gömecek kadar gaddarlığın ve akla hayale bile gelmeyen yanlış örf ve ananelerin yaşandığını ve bunların zirveye ulaştığı bir toplumun İslam ile tanışıp en kısa bir zamanda bunların yerlerine öyle muhkem adetler, duygular yerleştirilmiştir ki; O Asır Saadet asrı olmuş. İnsanlık o asrı bir daha yakalayamamış ve yakalayamayacakta. Düşünün bir devlet idaresi ki bir kurt kuzuya saldırıyor ve bunu gören kuzu sahibi eğer Hz. Ömer hayatta olsaydı bu kurt kuzuyu parçalamazdı diyor. Hakikaten bakıyorlar o olayın olduğu tarihte Halife Hz. Ömer Vefat etmiş. Ondört asırdır ne zaman bu dinin emir ve yasaklarını yerine getirmişiz getirdiğimiz ölçüde o asrı saadeti yakalama bahtiyarlığına erişmişizdir. Ne zaman bu güçlü yapımız birlik ve beraberliğimiz bozulmuş kin ve nefret tohumları içerimize atılmış ve yeşertilmiş, kardeşi kardeşe düşman etmişler o zaman felaketler üst üste gelir olmuş. Dünya düzenini sağlamaya soyunmuş sözde güçlü devletler maneviyattan yoksun maddeci güçler insanlığa ne kadar büyük felaketler yaşattığını hep beraber görüyor ve son 150 yılda nasıl yaşandığını tarihten okuyoruz. ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve diğer güçlü devletlerin bu 150 yılda tüm insanlığa neleri yaşatmadılar ki; 500 sene Osmanlı idaresine olan üç kıtada yaşayanlara yapmadıkları zulüm kalmadı 1. ve 2. dünya savaşları, bunların tarihe bıraktıkları en iyi eserleri değilmi? Bosna'da, Çeçenistanda, Afganistan'da, Filistin'de ve ırakta yaşattıkları zulüm ve işkence bunların eserleri değilmi? Merhum Necip Fazıl'a “ Çatla sedom gomore patla Bizans ve roma” dedirecek kadar onları bile çatlatacak kadar ileri gitmedilermi? Bediüzzamanı ın İfadesiyle;”Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı Islâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa, Islâm cemiyetinin ter ü taze îman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. ÃŽman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.” İnsanlık bir kurtarıcı bekliyor. Müslümanlar o kurtarıcıyı yani Mehdi'yi bekliyor ve Hz. İsa A.S. gelsin hakiki İsevilik ruhaniyatını taşıyanlarla Müslümanlar ittifak etsinler ve dinsizliği ortadan kaldırsınlar. Son yüz yıldır bekleniyor bunu beklerken esefle söylüyorum parmağa bakıyoruz. Parmağın işaret ettiği şeye bakmıyoruz. Parmak işte ay diyor biz parmağın ucuna bakıyor ay ı nazara almıyoruz. Televizyon programlarında, Dini cemaatlerin sohbetlerinde, Şeyh efendilerin, Hoca efendilerin sohbetlerinde hep ittifak edilmiş. O Kurtarıcılar gelecek, ümitler, şevkler artırılıyor, öyle bir şevk ve Ümitler veriliyor ki herkes mensubu olduğu efendisinin O olduğunu veya olacağını düşünüyor. Yaşananlara bakıyoruz zaman denizinde beraber yüzüyorlar o şevk ve emarelerden hiçbir belirti yok dünyadan göçüp gidiyorlar. Son yüz yılda yaşananlar hep bu değilmi? Âcizane fikrimi söylüyorum katılıp katılmamakta serbestsiniz. O kurtarıcıları halen bekleyenler daha çok beklerler. Afyon içirilmiş bir adamın toz pembe kendi alemindeki o hayalden başka hiçbir şey toz pembe olamaz. Bediüzzaman ın” Risâle-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat, ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur'ân'ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; Islâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur. "Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. Içinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. “ İfadesiyle neşrettiği Risale-i Nur Eserlerine kulak vermeliyiz. Çünkü, Risale-i Nur, Kur'ân-ı Hakîmin bir mucize-i mâneviyesi ve bu zamanın dinsizliğine karşı mânevî atom bombası olarak solculuk cereyanlarının mâneviyât-ı kalbiyeyi tahribine mukabil, mâneviyât-ı kalbiyeyi tamir edip ferden ferdâ iman-ı tahkikîden gelen muazzam bir kuvvet ve kudrete istinadı okuyucuların kalblerine kazandırıyor. Ve bu vazifeyi de yine mukaddes Kur'ân'ımızın ilham ve irşadıyla ve dersiyle ifa ediyor. Tefekkür-ü imanî dersiyle, tabiiyyun ve maddiyyunun boğulduğu aynı meselelerde tevhid nurunu gösteriyor, iman hakikatlerini madde âleminden temsiller ve deliller göstererek izah ediyor. Liselerde, üniversitelerde okutulan ilim ve fenlerin aynı meselelerinde iman hakikatlerinin ispatını güneş zuhurunda gösteriyor. Bu gibi çok cihetlerle Risale-i Nur bu zamanda ehl-i iman ve İslâm için ön plânda ele alınması icap eden ehl-i iman elinde mânevî elmas bir kılıçtır. Asrın idrâkine, zamanın tefehhümüne, anlayışına hitap eden, ihtiyaca en muvafık tarzı gösteren, ders veren ve doğrudan doğruya feyiz ve ilham tarikiyle âyetlerin yıldızlarından gelen ders-i Kur'ânîdir, küllî mârifetullah bürhanlarıdır. Asrımızın efkârının anlayışına ve idrâkine hitap edici mâhiyeti ve Kur'ân-ı Hakîmin bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhassa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur'ân'a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necip millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müthiş buhranlardan halâs için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdit eden, anarşiliğin, ifsat ve tahribin, yegâne çaresi ancak ve ancak İlâhî, semâvî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatleridir, hakikat-i İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-i İslâmiye ve Kur'âniyeyi müspet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir. Evet kim hakikat peşinde koşuyorsa Risale-i Nurdan ders alması lazımdır. Dünya, ekseri feylosoflar ve alimlerin dediği gibi, yep yeni bir oluşum eşiğindedir. Hakikat şairi Mehmet Akif, “ O Nuru gönder ilahi, asırlar oldu yeter! Bunaldı Milletin afakı, bir sabah ister.” Diye, işte bu nura işaret ettiği, bu gün bizce bir hakikattir. Din ihtiyacı, sırf Müslümanların değil. Umum insanların ezeli ve ebedi ihtiyacıdır. Dinsizlik rüzgarlarının sel gibi dünyayı kasıp kavurduğu 1. ve 2 inci cihan harpleri kominist rusyanın materyalist fikirlerinin insanlığı kasıp kavurduğu dönemlerde bu rüzgarları bertaraf eden, Kur'an-ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu bütün cihana isbat eden Bediüzzaman ve eserleri Risale-i Nur meydanda iken bu İslam kalasının Bayraktarlığını yaparken, daha nasıl bir felaket bekleniyor ki; O helaket ve felaket asrının adamını bekliyoruz. Bazen iyilik zannıyla fenalık yapıyoruz. Kendini bu dinde vazifeli ve sorumlu bilen tüm kardeşleri Risale-i Nur ların anlaşılması, izahı, akademik çalışmalarla dünyada yaşanan buhranların çare reçetelerini çıkartarak bütün insanlığın önüne koyup, mesailerini bu dairede harcamalarını hakikatleri neşretmede önderlik yapmalarını bekliyoruz. Dünya Bediüzzaman'ı ve Risale-i Nur'un müjdelerini konuşurken, neden bir konuşanda bizler olmayalım”¦