Ülkemizde ilk defa 1921 yılında dar kapsamlı olarak yapılan kadın programları, 1975 yılından itibaren yaygın olarak kutlanmaya başlamıştır. Bildiğiniz gibi ilk defa Dünya Kadınlar günü kutlanmasına vesile olan olay; Amerikadaki bir tekstil fabrikasında çalışan kadınların 1908 yılında haklarını alamamalarından sonra greve gitmeleri ve bu çalışan kadınların patronlar tarafından fabrikaya kitlenmeleri, grevci işçi kadınlar fabrikada mahsur tutulurken fabrikada çıkan yangın sonucu 129 kadın işçinin içeriden dışarı çakamadıkları için yanarak ölmeleridir. Bugün dünyaya medeniyet dağıtmak gibi ucube bir düşünce ile dünya insanlarını katleden Amerika devletinin ne kadar medeni(!) olduğunu diğer vak'aları ile birlikte bu olay da bu devleti ve temsil ettiği medeniyeti bir defa daha gülünç duruma düşürüyor. Türklerin Orta Asya'daki varlığından itibaren İslam dininin kabul edildiği 8. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde, Türk kadını toplumsal konum bakımından büyük ölçüde erkekle eşit olduğunu öğreniyoruz kaynaklarımızdan. Hun hâkimiyetinin sürdüğü devirlerde devletin başı olan Hakan, eşi hatun ile birlikte devleti temsil ederlerdi. Türklerin ilk yazılı belgeleri olan Orhun Kitabelerinde Türk kadınından saygı ile bahsedilir. Devlet ve milletle ilgili önemli kararların alındığı kurultaylara hatunlar da katılır ve etkili olurdu. Kadınlar, erkekler gibi çok iyi ata biner ve kılıç kullanırdı. Yine bu dönemde evli kadın kutsal sayılır, ona hakaret edenler şiddetle cezalandırılırdı. Bilinen gelenek ve görenekler her yönüyle erkeklere denk olduklarını ispatlamaktadır. 8. yüzyılın başlarında önceleri tek tek, daha sonra ise topluca İslam dinini kabul eden Türkler'de, zamanla Arap ve İran kültürünün etkileri kendini göstermiştir. Bilindiği gibi İslamiyet'in Arap Yarımadası'nda doğmuş olmasından dolayı Arap kültürünün gelenek ve göreneklerinden de belli ölçüde etkilenmiştir. Cahiliye devri Arap toplumunda kadınlar, eşya değerinde bir varlıktı. Bir erkek istediği sayıda kadınla evlenebilir, isterse onları öldürebilir, hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömebilirdi. Buna karşılık İslam, evlilik kurumunu uygulamaya koymuş, eş sayısına bir sınır getirmiş ve boşanma durumunda erkeği kadına nafaka ödemekle sorumlu tutmuştur. Günümüz Türkiye'sinde yapılan kanuni düzenlemeler ile toplumdaki erkek-kadın arasındaki hak ve sorumluluk alma durumlarındaki, fark yok denecek kadar aza indirgenmiştir. Kadınlarımız, genç Türkiye Devleti'ndeki yeni yapılanmalar ile 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme, 1933'te çıkarılan Köy Kanunu'yla muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 5 Aralık 1934'te Anayasa'da yapılan bir değişiklikle de milletvekili seçme ve seçilme haklarına kavuşmuşlardır. Günümüzde ise Türk kadını, toplum içinde erkeğin yer aldığı her alanda yerini almıştır. Türk kadınının toplum içindeki yerinin belirlenmesi ile ilgili olarak Atatürk; “Kadın erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmak mecburiyetindedir.” demiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kurtuluş Mücadelesi'nde Anadolu kadını dediğimiz analarımız, bacılarımız ve gelinlerimiz olan ve bugün hakkın rahmetine kavuşmuş olan çilekeş insanlarımızın gösterdikleri fedakârlıklara bizzat şahit olan Atatürk 1923 yılında Konya'da yaptığı bir konuşmada: “Onlar kendi fedakarlıkları ile ilahileşmiş Anadolu kadınları ellerinde süt çocuklarıyla bu büyük mücadelede bize yardım etmişlerdir, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını söylemek mümkün değildir ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek gösterdim diyemez”. demiştir. Genel olarak kadınlarımızın okuryazarlık durumuna bakıldığında, 1935 yılındaki ilk nüfus sayımında kadınların %90'nın okuma-yazma bilmediği görülmüştür. Ancak bu oran 1990'lı yıllarda ise %22 orana düşmüştür. Günümüzde ise Milli Eğitim bakanlığının Haydi Kızlar Okula ve Ana-Kız Okuldayız gibi çeşitli sloganlarla başlattığı projeler sayesinde bu oranın en aza indirilmiş olması yine kadınlarımız açısından sevindirici bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır. Allah Tealâ, analarımızla ilgili olarak: Nisa Suresi / 36. Ayetinde:".... Anaya iyi davranın ......." ; Enam suresi 151. Ayetinde: "... Anaya iyilik edin"; İsra suresi 23. ve 24. Ayetlerinde: ". Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et."; Ahkaf Suresi 15. Ayetinde: "Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et ..." buyurmaktadır. Bir gün Resulullah'a(s.a.v) bir kimse gelir ve sorar: - Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en layık ve en haklı olan kimdir? Resulullah efendimiz: - Anandır. - Sonra kimdir? - Sonra anandır. - Sonra kimdir? - Sonra anandır, buyurdular. O zat gene : - sonra kimdir, deyince Peygamber Efendimiz buyururlar: - Sonra babandır. Bu hadiste, anaya ihsanın üç kere tekrar olunması, ananın evlat üzerinde, babanın üç misli iyilik ve ihsan hakkı olduğunu ifade eder. Bunlar, hamilelik yorgunluğu, doğurma eziyeti ve emzirmeye karşı sayılabilinir. ”¢ Anne'ye, günah olan bir şeyi emretmedikçe itaat etmek vaciptir. Hatta onun iznini almadan gönüllü olarak cihada katılmak bile caiz değildir. Hatta Resulullah(s.a.v), bu durumda olanları geri çevirmiş izin almalarını istemiştir. ”¢ Ebu Hureyre'nin, annesine bağlılığı ve ondan hiç ayrılmaması sebebi ile, annesi vefat edinceye kadar hac etmediği bir ibret vesikasıdır. İslam'a göre, ana kâfir olsa bile, mümin olan evladının iman ve itikadına ilişmedikçe, ona ihsan ve güzellikle muamele etmesi evladı üzerine vaciptir. ”¢ Anne hukukunun yüksekliği hususunda en meşhur hadis-i şerif şudur. "CENNET, ANNELERIN AYAĞI ALTINDADIR" Evet, İslam'la şereflenmiş aziz Türk Milleti'nin Ana, Eş, Kız kardeş, kız evlat ve hanım akrabalarımıza ve insanlarımıza bakış açımız bu minval üzeredir diye düşünüyorum. Yoksa, salon toplantı kürsüleri ve televizyon ya da radyo programlarında toplum karşısında güzel laflar etmek; ama uygulamalarda söylenenlerin çok azını gerçekleştirmek hiç değildir. Allah Teâlâ hepimize samimiyetle uygulama yapabilmemiz için imkân versin inşallah. Yine, kadın ve kızlarımızı da yazılı medyaya yüksek traj, görsel medyaya büyük reyting ve ticaret amaçlı kurulan eğlence merkezlerine figüran/meta olmaktan kurtarsın inşallah. Bu vesileyle bütün hanımefendilerin dünya kadınlar Günü'nü kutluyor huzur ve mutluluklar diliyorum. Ahrete intikal etmiş bütün anneleri rahmet ve saygıyla anıyor yaşayan bütün annelerin ellerinden öpüyorum. Selam ve dua ile”¦