Gözlemlediğim kısır döngü şu idi: Avrupa'nın Hıristiyan halkı dininden kopmuş vaziyette kendisini çalışmaya, içkiye ve uyumaya odaklamış durumdalar. Sabah erkenden uyanıyorlar, çalışmaya başlıyorlar, akşam olunca eğlence mekânlarına doluşuyorlar ve sonra da yatıp uyuyorlar. Ertesi sabah uyandıklarında bu kısır döngü tekrar devam edip gidiyor. Çok hüzün verici bu durumu gözlemlemek şahsım açısından çok üzüntü verici oldu. Avrupa'da ziyaret ettiğim bu Ülkede oldukça müteessir oldum. Avrupa'nın diğer Ülkelerinin bundan farklı olmadığını, hatta Dünya'da İslam'dan kopuk vaziyetteki herkesin aynı kısır döngü içerisinde olduklarını düşündüm. Gözlemlediğim Avrupa insanı tek dünyaya odaklanmış durumda. İnsanı tek dünyaya odaklatan her sistem acı, elem ve hüzün verir. Başka bir şey veremez. Avrupa'da geçerli olan sistem de insanlara mutsuzluk ve hüzün vermiş başka şey değil. Bu düşünce içerisinde; Hz. Üstad gibi haykırdım: “Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehân ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne atar, hayvânâtın en bedbaht derecesine indirir.” (17. Lema) Avrupa'nın o Ülkesinde bu hüznü, bu duyguları yaşarken, içimde fırtınalar koparken, bu insanların çocukları acaba hangi durumda diye onları gözlemlemek istedim. Onları gözlemlediğimde hüznüm kat be kat arttı. Sabahları çocuklarını alıp erkenden kreşlere götürüyorlar. Çocuklar kreşlerde anne ve babalarına kavuşacakları vakit olan akşam vaktini dört gözle bekliyorlar. Akşam olduğunda anne ve babasının ellerinden tutarak evlerine dönen çocukların, sokakta özgürce oynayamamanın, annesinin yanında bir gününü geçirememenin ve annesiyle birlikte babasını heyecanla bekleyememenin huzursuzluğu ve hüznü içerisinde olduklarını sanıyorum. Birkaç yerde, kreş ya da anaokulu öğretmenlerinin gözetimi altında sanki asker yürüyüşü yapar gibi sokakta yürüyen çocuklar gördüm. Yüzlerine baktım, yüzlerinde durgunluk ve hüzün gördüm. “Bunların akılları kesinlikle anne ve babasında” diye düşündüm. O yaştaki çocuk anne ve babasından ayrıysa başka neyi düşünür ki! Yukarıda, yazımın birinci ve ikinci paragrafında Avrupa'nın yetişkin halkının durumuna üzüldüğümü, üçüncü paragrafında ise Avrupa'daki çocukların durumuna daha çok üzüldüğümü ifade ettim. Bu üzüntü içerisinde hepsine dua ettim. Ya Rab (cc) bu yetişkin insanları içinde bulundukları bu kısır döngüden kurtar. Bu çocuklara, bu masumiyetlerini yetişkin hâllerinde de aynen devam ettir, aynı masumiyeti tüm hayatları boyunca nasip et. Büyüklerinin düştükleri bu kısır döngüden onları muhafaza eyle Ya Rab (cc) diye dua ettim. Bu dua ve müşahede sırasında, birden şu sonuca vardım: “Dünya'daki tüm çocuklar İslam'dır.” Bu mânâ yoğunluğu içerisinde, Sevgili Peygamberimiz(sav)'in, “Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” Hadis-i Şerif'inin mânâsını bizzat idrak ettim. Bir bakıyorsun Avrupa'daki o masum çocukların yüzlerine “ben de İslam'ım” diyor. İslam'ın masumiyetle eş değer olduğunu da yukarıdaki müşahedelerim sırasında bir kez daha idrak ettim. Bu yazı vesilesiyle zihnimde şu düşünceler belirdi: Bir masum çocuk bir başka dine müntesip bir ana babadan doğsa bile yüzündeki masumiyet itibariyle; “ben İslam'ım” diyor. Peki, her Müslüman'ın yüzüne baktığımızda “ben İslam'ım” işaretini göremiyoruz. Ya da yüzde kaç Müslüman'ın simasında “ben İslam'ım” iması var? Çok mu zor bir sor bu! Bu tartışmalı bir soru. Tamam, buna cevap aramayalım. Ancak, gelin şunda uzlaşalım: “Müslüman, masumiyetten uzaklaştıkça İslamiyet'ten de uzaklaşır.” Yukarıdaki bu düşünceme paralel olarak gelin şunda da hem fikir olalım: Dünyadaki tüm çocuklar İslam'dır. Çünkü masumdur.”