Dört gündür bizimle birlikte olan ve bizden hiçbir yardımını esirgemeyen Ali yi de beraberimizde götürmek istediğimizde ısrarla reddetmişti. Bu reddedilişin nedenini bir türlü anlayamıyorduk. Çünkü düşüncelerini bizlerle paylaşmaya yanaşmıyordu. Osmanlı, en güçlü olduğu dönemde yaklaşık yirmi dört milyon kilometre kare alan toprağa sahipti. Bu gün dağılmış bir Osmanlıdan sonra bu topraklarda irili ufaklı yüzün üzerinde devlet ve devletçik topluluğu mevcuttur. Bu devletlerin büyük bir çoğunluğu, günümüzün büyük görünümlü, zulüm ve vahşetin sahibi, kapitalist ve sömürgeci devletlerin boyunduruğu altında yaşamlarını devam ettirmektedirler. Ne kadar acıdır ki bu devletçiklerin birçoğunda yaşayan insanlar, kaybettikleri maddi değerlerinden daha önemlisi, onur, gurur ve haysiyetlerini de kaybederek, köle anlayışı ile kaim, hayat sürmeye alışmış olduklarına şahitlik etmekteyiz. Kendilerine ait olan topraklarda yaşamak kendilerine bir ödülmüş gibi bahşedilmiş, kendileriyle birlikte yaşayan diğer topluluklarla da, çözülmesi imkânsız daimi düşmanlıkların sahibi haline getirilmişlerdir. Üzerinde yaşadıkları toprakların, ne kadar değerli olduklarının farkına hiçbir zaman varamamışlardır. Yeryüzü hazinelerinden daha da önemlisi yeraltında yatan cevherlerden haberleri bile olmamış/oldurulmamışlardır. Batı dünyasının yarı sömürgesi olmuş bir devlette yaşayan birinin ifadesi aynen şöyle idi: - Hıristiyan batı dünyasından ilk gelenlerin ellerinde İncil, bizim ise topraklarımız vardı. Şu an ise bizim elimizde İncil var, onların elinde ise topraklar. Kurban Bayramı dolayısıyla İHH olarak bize de bulunduğumuz bu bölgeye gelmemiz istendiğinde verilen bu kutsi görevi yerine getirmek için tasımızı tarağımızı toplayıp Afrika'da bulunan bu ülkenin yolunu tutmuştuk. Zahmetli ve uzunca süren bir yolculuktan sonra buraya ulaşmıştık. Burada bize yardım edecek ekibimizle tanışıp, yapacağımız çalışmalara bir an önce başlamamız gerektiğinin sorumluğunu duyarak ve de yapacağımız işin üzerimizde oluşturduğu ağır vebalin de yükünü düşünerek, yapacağımız işe dört elle sarılmalıydık. Bu ülkede bize yardımcı olarak verilenler arasında Ali' de vardı. Ali uzun boylu, omuzları geniş, gözlerinin içi gülen, dudakları daim tebessüm halinde yakışıklı biriydi. Gücü ve kuvveti yerindeydi. Birisi yerel olmak üzere iki üniversite bitirmiş Müslüman bir delikanlı idi. Biraz da az çalışmayı alışılanlık haline getirmiş olan bu topluma inat çok çalışmayı seven ve bunu da ilke edinmiş biri idi. Zaman zaman çalışmalarda bize yardımcı olan bölge insanı az bir çalışmadan sonra çok yorulduklarını ifade ederek çalıştığımız ortamdan hemencecik ayrılıyorlardı. Hatta birisi bir öğleye kadar bizimle çalıştıktan sonra; üç günlük çalışma da bile bu kadar yorulmadığını söyleyince birbirimize bakarak gülüşmüştük. Bu bölgenin insanı belki sömürgeci düzenin etkisiyle belki de coğrafyanın insana mirası, az çalışma alışkanlığı idi. Aslında bunun adı az çalışmak değil, düpedüz tembellik te denilebilirdi. İlk önce kurbanlıkları alacağımız köyleri tespit ettik ve bayramdan önce bu yerlere gidip kurbanlıkları satın alarak keseceğimiz yerlere ulaştırdık. Keseceğimiz kurbanlar genelde ineklerden oluşuyordu. Bayramın birinci günü daha önceden oluşturduğumuz ekiplerden her grup kendi kurban kesim yerlerine dağıldılar. Ali benim de içinde bulunduğum ekipte yer almıştı. Kurbanları kesmek için daha önceden köyün birinden satın aldığımız ineği yine o köyde kesmek için köyün yolunu tutuk hep birlikte. Köye geldiğimizde kurban kesimi için tespit ettiğimiz yere geldik. Köy halkı, çok önceleri İslam adına manevi değerlere sahip iken misyonerlik faaliyetleri neticesinde ne oldukları belirsiz, birazda hrıstiyanlığa meyil bir karaktere sahip olmuşlar topluca. Tüm köylü başımıza yığıldılar ve meraklı gözlerle bizleri seyrettiler uzun uzun. Ekibimizle birlikte salâvatı şerifler ve dualar eşliğinde kurbanımızı kesmeye başladık. Kestiğimiz kurbanın etini Ali'nin tercümanlığında halka dağıtacağımızı bunun için sıraya geçmelerini söyledik. Bütün et dağıtımı bittiğinde köyün ileri gelenleri gelerek ne yaptığımızı ve amacımızın ne olduğunu merak ettiklerini sordular. Birisi bu ineği kendilerinden satın aldığımız halde, neden bunca zahmete katlanarak kendilerine yeniden herhangi bir karşılık beklemeden dağıttığımızı merak ettiğini söyledi. Ali'nin aracılığı ile biz dilimizin döndüğü kadarıyla İslam dininin değer yargılarını, yardımlaşmayı ve kurbanın önemini anlattık uzun uzun. Onlar dinlediler. Ali'nin akıcı konuşması sırasında duygulananlar ve hatta bu duygusal ortama gözyaşlarıyla ortak olanlar oldu. Onlarla konuşmamız devam ederken, içlerinden yaşlı olanların bizi çok daha dikkatli bir halde dinlemeleri ilgimizi çekmişti. Çok yaşlı birisi bizim anlattığımız yardımlaşma biçiminin çok eskilerde kendi adetlerinde de var olduğunu ve kendilerinin de bir zamanlar namaz kılıp, oruç tuttuklarını anlattı ağlayarak. Konuşmanın sonunda hepimizi derinden sarsan bir şey oldu. İçlerinden en yaşlı ve bu topluluğun lideri olduğunu söyleyen kişi kendilerinin de Müslüman olmak istediklerini ve bunun için ne yapmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine bizler de gözyaşlarımıza hâkim olamayıp ağlamaya başladık. Sonra bir yandan işimizi yaparken, sahip olduğumuz ilahi değer yargılarımızı anlattık ve bu köyün hemen hemen büyük bir kısmı da Müslüman olduklarını açıklayınca arkadaşlarımızın bir tanesi tebessüm ederek bir kurbanının getirisinin bu kadar yüksek olacağını Allahın büyük bir nimeti olarak değerlendirmişti. Bu bölgede yerli halkın tamamını batılı beyaz adamın köklerinden koparmak için bulduğu isimle yani ”˜zenci'lerden oluşuyordu. Tüm Afrika kıtasında olduğu gibi burada da Hıristiyan ve Yahudi beyaz adamın üstünlüğü her türlü yaşam biçiminden belli oluyordu. Onların dev gibi sarayları, malikâneleri, evleri ve ibadet yerleri varken kara adam sadece günlük bir öğün zor bulduğu yiyeceğe ki bu balıktan başka bir şey değildi ve barakadan bozma tek odalı mekânları ve ibadet yerleri vardı. Yaptığımız geziler sırasında ziyaret ettiğimiz ve bu bölgeye çok önceleri gelip yerleşen Hindistanlı beyaz Müslüman insanın da burada diğer beyaz insanlar gibi ayrıcalığının olduğunu ve bu özelliklerden de sonuna kadar yararlandığını hayretler içinde gördük. Herhalde buradan çıkaracağımız en büyük ders; birilerinin sırtından lüks bir hayat yaşamak ve bundan da vazgeçmemek olacaktı. Gözlemlediğimiz kadarı ile burada beyaz adam çok rahat bir hayatın sahibi iken rengi siyah olan kara adamın kaderi; beyaz adama her alanda hizmet etmek ve onu korumak olmuştu. Aslında birçok halk gibi bizimde yabancımız değildi bu yaşam biçimi. Hani bizde de bir zamanlar, Anadolu insanına sadece çiftçilik ve tarım işçiliği ile ülkeyi bekleme görevini yeterli gören bir zihniyetin varlığı mevcuttu. Dört gün boyunca bu bölgede arkadaşlarımızla gerçekleştirdiğimiz kurban kesim işlerini bitirip tekrar toplanma yerine geldiğimizde hepimizin de mutluluğuna diyecek yoktu. Kralın bizi sarayına davet ettiğine dair haberi de buraya geldiğimizde duyduk. Aramızda karalaştırarak gitmeye karar verdik. Topluca katılacağımız için Ali'yi de beraberimizde götürmemizin uygun olduğuna kara verdik, ama Ali bir türlü bizimle beraber gitmeğe yanaşmıyordu. Bütün ısrarlarımıza rağmen bizi reddediyordu. Bu güne kadar olan birlikteliğimizde sürekli uyum içinde olduğumuz Ali nedense ısrarlarımıza rağmen bizimle birlikte saraya gelmeyi kabul etmiyordu. Dayanamadım bir kenara çekerek gerçek nedenini öğrenmek istediğimi söyledim. Başını önüne eğerek bir süre sessiz kaldı ve mahzunlaştı, titrek bir ses tonuyla; Dört günden bu yana aynı elbiseyi giydiğini, yarın elbisesini yıkama günü olduğunu, başka bir elbisesi olmadığından dolayı gelemeyeceğini söylediğinde yerimizde çakılıp kalmıştık. Bir an kendi elbise dolabımda bulanan ve giyilme sırasını bekleyen, sayısını bilmediğim takım elbise, tek ceket, pantolon, bunun yanında onlarca gömleğimi, hatta mevsimlere göre giyindiğim elbise çeşitlerimi düşündüm. Hemen arkadaşların da onayını alarak Ali'ye bir elbise aldık. Ali o kadar çok sevinmişti ki, önceleri kabul edemeyeceğini ısrarla vurgulamıştı ama zorla da olsa bu yeni elbiseyi kabul etmişti. O bölgede bulunduğumuz süre içinde yapacağımız bütün çalışmalarımızı bitirmiş, geri dönüş yapmak için hazırlıklarımız yapmaya başlamıştık. Bize ait eşyalarımızı toplayıp yola çıkmak için son hazırlıklarımızı da bitirdiğimizde, bizler yapmamız gereken işlerimizi bitirmemizin mutluluğunu yaşarken, Ali de bizden ayrılmanın hüznünü yaşadığını her halinden belli ediyordu. Yalnız kaldığımız bir ara elbise için teşekkür ederken, bu güne kadar hiç ikinci bir elbiseye sahip olmadığını fakat artık ikinci bir elbisesi olduğunu tekrar tekrar dile getirmişti. Yine arkadaşlarımızla görüş birliğine vararak, Ali'ye bizimle birlikte vermiş olduğu emeğin karşılığında 100 Dolar vermeyi uygun bulduk. Bunu duyduğunda Ali bu teklifi anında reddetti. Allah rızası için bu yardımı yaptığını defalarca dile getirdi. Ama biz ısrarla bu parayı kendisine vermek istediğimizi söyleyerek kabul etti. 100 doları eline aldığında biraz mahcup bir ses tonuyla, bu bölgede bir kişinin 1 doları ancak bir günde kazanabildiğini ve şu anda kendisinin çok zengin biri olduğunu dile getirmişti. Artık ayrılma zamanı gelmiş etrafımızdakilerle birlikte son kez helalleşerek vedalaşıyorduk. Sıra Ali'ye geldiğinde birbirimize gözyaşları içinde sarıldık. Ali'nin ellerini tutup hakkını helal etmesini ve kendisini çok sevdiğimi söylediğimde, bana karşı söylediği söz adeta kanımı dondurmuştu: ”” Hocam size çok teşekkür ediyorum. ”” ÖMRÜMDE İLK DEFA BEYAZ BİR İNSAN OLARAK, ELİMİ SİZ TUTTUNUZ!