Kastamonuluların dilinden düşmeyen bir söz vardır. “gelişinizde güle güle, gidişiniz de güle olsun” bu söz şeyh Şa'ban-ı Veli'ye ait olup onun hakkında birçok rivayetler anlatılmaktadır. İşte o rivayetlerden bir kaçı: Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Şeyh Şa'ban-ı Veli'yi hayırsever bir kadın yanına alarak evlat edinmiş onun eğitimiyle ilgilenmiştir. Mahalle mektebinden sonra İstanbul'a eğitime giden Şeyh Şa'ban-ı Veli burada iyi bir medrese eğitimi görür. Buna rağmen büyük bir arayış içindedir ve bu arayış sırasında bir gün rüyasında “Sılaya dön, kurtuluş oradadır” diye bir ses duyar. Ertesi gün birkaç molla ile yola çıkan Şeyh Şa'ban-ı Bolu'ya geldiklerinde övgüsünü çok duyduğu Hayrettin Tokadi'nin yanına gitmek ister. Gece Hayrettin Tokadi'nin dergâhının yanında konaklarken, zikir sesleri işitirler. Diğer mollalar zikir yapılan yere gitmek isterler Şeyh Şa'ban-ı Veli zikirin zincir olduğunu bağlayıcı olduğunu, bağlanabileceğini söyler. Mollalar ısrar edince zikir yapılan yere giderler. Zikir bitince diğer mollalar dergâhtan ayrılırken Şeyh Şaban ayrılmaz geceyi orada geçirir. Ertesi gün Hayrettin Tokadi'nin elini öperek dergâha girer ve 12 yıl dergâhta hem eğitim görür hem hizmet eder. Şeyh Şa'ban-ı'nın Halveti tarikatın bir üyesi olması sonradan kendi kolunu oluşturmasının başlangıcı bu efsane ile anlatılır. Şeyh Şa'ban-ın Kastamonu'ya gelişi de başka bir efsaneyle anlatılmaktadır. Şeyh Şa'ban-ı Hayrettin Tokadi Efendi'den icazet aldıktan sonra memleketi Kastamonu'ya döner. Memleketine gelince yaşlı bir çınar ağacının kovuğuna yerleşir. Kastamonu'da oturan İsa Dede Efendi bir türlü şehire gelmesini sağlayamaz. Yıllarca bu kovukta yaşadıktan sonra, ısrarlara dayanamayarak kovuktan çıkıp kente yönelir. Çınar da arkasından yürür. Bunun üzerine Şeyh Şa'ban-ı “Oldu mu ya oldu mu ya ? Ben bunca zaman sürdürdüğüm manevi sefaya seni de ortak ettim. Yaşadığım güzellikleri seninle paylaştım. Sen de şimdi benim gizlerimi ele veriyorsun “ diye ağaca sitem eder. Ağaç olduğu yerde kalır. Şeyh Şa'ban Seyit Sünnet Mescidine yerleşir. Başka bir efsaneye göre Hz.Hızır, Seyit Sünneti Efendiye vefatından 40 yıl sonra yerine oturacak bir evliyanın geleceğini müjdelemiştir. Kastamonu halkı çınar kovuğunda yaşayıp ibadetle vaktini geçiren ve keramet ehli olduğu belli olan bu zatın müjdelenen evliya olduğunu anlamıştır. Şeyh Şa'ban'ın öğrencilerinden olan Muhyiddin Efendi'nin anlattığı rivayet edilen bir efsaneye göre, Şeyh Şa'ban öğrencileriyle ders yaparken bir adam huzura gelir. “Efendim, yol üzerinde bir değirmenimiz vardı. Bir arkadaşımla değirmenin taşını değiştirecektik. Yeni taşı kaldırdık tam koyacakken derenin dibine yuvarlandı. Dereden tekrar çıkarıp yerine koymamız mümkün değildi. Çünkü taş çok ağırdı. Ne yapacağımızı düşünüp dururken, hatırımıza siz geldiniz ve ”“ Yetiş ey Şaban-ı Veli Hazretleri, diye imdat istedik. O an bir el değirmenin taşını aşağıdan aldığı gibi getirip yerine koydu. İşte orada gördüğüm el ile bu öptüğüm el aynı eldir” demiştir. [URL=http://www.haber46.com.tr/gallerydetails.asp?id=38#]FOTOĞRAF GALERİSİ İÇİN TIKLAYIN[/URL] ŞEYH ŞABAN-I VELİ KÜLLİYESİ Seyyid Sünnetî Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce vücuda getirilmiştir. Külliye bünyesinde cami, türbe, dergâh, kütüphane, asa suyu ve şadırvan ile dergâh evleri mevcuttur. Vakıflar İdaresine tescillidir. Dergah Evleri: Cami ile aynı tarihlerde caminin banisi tarafından yaptırıldığı tahmin edilen dergah, 1261/1845 yılında Sultan Abdülmecid'in emriyle Kastamonu Kaymakamı Salih Ağa tarafından esaslı şekilde tamir edilmiş, alt yapılar yenilenmiş ve ihata duvarıyla külliye çevrilmiştir. Günümüze ulaşan iki konak ve ortasındaki müze binası 1318/1900 yılında Azdavaylı Mahmut Paşa tarafından yaptırılmıştır Camii: Seyyid Sünneti Efendi tarafından 1490 Miladi yılından önce yaptırılmıştır. Caminin ilk şekli bilinmemektedir. 988/1580 yılında Sultan 3. Murad'ın hocası ve mürşidi Şuca Efendi, Seyyit Sünneti Efendi mescidini genişleterek bugünkü haliyle camiyi yaptırmıştır. Cami, 1702, 1748 ve 1950 yıllarında tamir görmüştür. İbadete açıktır. Türbe: Ömer Kethüda ve Ulema ile Halk tarafından 1020 / 1611 yılında yaptırılmıştır. Sultan Ahmed'in şehzadesi Sultan Osman zamanında Ömer Kethüda yapımına başlamış, ancak yersiz harcama ve israf bahanesiyle Nasuh Paşa tarafından idam edilince inşaat yarım kalmıştır. İki yıl sonra ulema ve halkın katkıları ile tamamlanmıştır. Türbeye doğu tarafından açılan tali kapı, Vezir Kurşuncu zade tarafından 1028/1618 yılında yaptırılmış ve harem denen bir bölüm eklenmiştir. Kütüphane: Türbe ile aynı tarihlerde yapılmıştır. Dolayısıyla banisi de türbenin banileri olmalıdır. Günümüzde alt katı ibadethane, üst katı ise dernek odası olarak kullanılmaktadır. Asa Suyu: Mehmet Feyzi Efendi: “ Nuh Tufanı'nda Cebrail (A.S.) Kâbe civarından dört avuç toprak alarak dünyanın dört ayrı yerine atmıştır. Bu yerlerden birisi de Hz. Pir civarıdır. Nitekim bölgenin taşlık yapısı Mekke kayalıklarına benzediği gibi “Asa Suyunun” tad ve kokusu da Zemzem ile aynıdır” demiştir. Şadırvan: Fatma Hanım tarafından 1318 / 1900 yılında yaptırılmıştır. 1318 yılının Recep ayının ilk gününde yaptırıldığı rivayet edilmektedir. AŞIKLI SULTAN Aşıklı Sultan türbesinde yıllar geçmesine rağmen çürümeyen bedenin hikayesi : Aşıklı Sultan Türbesini milyonlarca kişi ziyaret etmiş ama ziyaretçilerden birisi farklıdır. Çok sık gelir Aşıklı Sultan Türbesi' ne... Saatlerce dua eder... Ve bir gün... Sayısız ziyaretine, onca duaya rağmen bir türlü isteği yerine gelmediği için Aşıklı Sultan' ı suçlar kendi vicdanının vicdansızlığında... Vakit gece yarısını geçtiğinde, Kastamonu' nun ıssız sokaklarında bir gölge belirir! Aşıklı Sultan Türbesi önüne geldiğinde; - Sen evliya olsan, dualarım karşılık bulurdu. Eğer ermişsen kurtar bakalım kendini, diyerek türbeyi ateşe verir!... Herkes gibi zamanın valisi de yatağındadır... Uykuda... Bir müddet sonra, kan ”“ ter içinde yatağından fırlar vali! Rüyasında, Aşıklı Sultan kendisine; “ Ben yanıyorum! Kalk, beni kurtar!” der. Ancak vali bu manevi işareti anlamaz ve sıradan bir rüya olarak değerlendirir. Tekrar uykuya dalar. Fakat, Aşıklı Sultan yine karşısındadır ve yangını söndürüp kendisini kurtarmasını istemektedir validen!... Vali ikinci ikazı da idrak edemez. ”” Hayırdır İnşa'Allah, diyerek tekrar uykuya dalar. Bu sefer Aşıklı Sultan daha sert bir ifadeyle seslenir valiye, rüyasında; - Kalk beni kurtar dedim sana! Yanıyorum! Bu sefer aklı başına gelir valinin! Yaptırdığı tetkikte gerçektende türbenin yanmakta olduğunu öğrenir. Derhal müdahale edilir ve kısa sürede yangın söndürülür. Fakat, Aşıklı Sultan' ın ayak kısmı yanmıştır. Bu olaya izafeten halk tarafından, türbe “Yanık Evliya” olarak anılmaya başlar. Yangının izleri hem Aşıklı Sultan' ın ayaklarında hem de türbenin duvarlarında hala bellidir. ÂŞIKLI SULTAN TÜRBESİ: Banisi ve bina tarihi bilinmemektedir. Mimari üslûp açısından Selçuklu dönemi eseridir. Türbenin içinde beş adet sanduka vardır. İskeletler sandukaların içindedir. 2. Sandukada Mağripli Mehmet ağa, 3. sandukada Aşıklı Sultan metfundur. Diğer sandukalardaki zatlar bilinmemektedir. Türbeye de ismini veren Aşıklı Sultan' ın çürümemiş bedeninin ayak tarafı camekan içersinde gösterilmektedir. CUMHURİYET MEYDANI Kastamonu Cumhuriyet Meydanı Türkiye'nin en beğenilen meydanları arasında üçüncü sırada iken "Kastamonu Cumhuriyet Meydanı Çevre düzenleme Projesi” tamamlandıktan sonra Türkiye'nin en beğenilen birinci meydanı olmuştur. Avrupa birliği projeleri kapsamında tamamlanan proje ile şehrin sembollerinden birisi olan Cumhuriyet Meydanı'nın görünümü Kastamonu e tarihine yakışır bir görüntüye kavuşmuştur. Çevresindeki 19. yüzyıl anıtsal kamu yapılarıyla birlikte geçmişe ait bir panorama oluşturan Tarihi Hükümet Konağı 1902 yılında ulusal mimari akımın kurucusu Mimar Vedat Tek tarafından yapılmıştır. Yapı 102 senedir hem işlevi değiştirmeden hem de ciddi bir anlamda bir restorasyon geçirmeksizin günümüzde Kastamonu'nun yaşayan sembollerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Kastamonu Hükümet Konağı da Cumhuriyet meydanında bulunmaktadır. KASTAMONU KONAKLARI Sadece Kastamonu kent merkezi içinde yer alan 534 adet taşınmaz kültür varlığından 400 âdetini yaklaşık 150 yıllık sivil mimarlık örnekleri oluşturmaktadır. Kastamonu'da konaklar, diğer kültürel yapılarla birlikte şehrin kültürel kimliğinin korunmuşluk öğesi olarak göze çarpmaktadır. Özellikle Kastamonu kent merkezinde yer alan konakların en önemli özellikleri arasında ilk başta gelen unsur, her bir yapının ön cephelerinde farklı mimari tasarım ve estetik anlayışın hayata geçirilmiş olmasıdır. Yani bu belirli bir “Kastamonu Konağı” denilebilecek bir olgunun ortaya çıkması değil 400 adet farklı mimari yapının varlığı anlamına gelmektedir. Kastamonu konaklarında ki bir diğer önemli farklılık ise diğer konakları ile ünlü kentlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkmaktadır. Kastamonu'nun üç katlı konaklarında birinci kat, diğer kentlerde olduğu gibi sağır değil, birebir hayata açılan ve günlük yaşamın başladığı ve hayat bulunduğu kat olmasıdır. İkinci katlar aile yaşamının ortak alanı iken, üçüncü katlar ise evin konukları için ayrılmış özel mekânlar olarak tasarlanmıştır.