O gençlik “kısır çekişmeler içinde, tartışma yerine silahlı kavga bataklığına” çekilmişlerdi. Heyhat! 12 Eylül 1980'den sonra, “ufuksuzluk, fikirsizlik ve idealsizlik bataklığına çekilen gençliği” kim anlatacak? Merhum Yazar Romanına “Gençliğim Eyvah” diye isim vermiş. Ya biz şimdiki gençlerin uçuruma yuvarlanmaları karşısında ne diyeceğiz? Gençlik büyük ekseriyetle başıboşluk içinde, birçoğu, “cep telefonu, internet, müzik-eğlence üçgeninde cehalet karanlığı içerisinde.” Cehalet karanlığı çok ağır bir deyim oldu amma, durumu da kalın çizgilerle açıklamak için buna ihtiyaç var.Gençliğin cehalet karanlığı içerisinde olmasının nedeni, “günübirlik yaşamanın, fikirsiz bir çizgide gününü gün edecek tarzda yaşamanın, maddi hazları zirveye çıkaracak şekilde keyfe düşkün yaşamanın yaygınlık bulması ve gençlerin de birbirlerini bu şekilde örnek almalarıdır”. Hayatta çok kesin bir kural vardır: “Tabiat boşluk kabul etmez.” Bunun mânâsı nedir? Bu deyimin bir maddî yani fiziki açıklaması, bir de manevî yani mecazi açıklaması vardır. Konuyu önce fiziki açıdan dikkatlerinize sunalım. Fizik kuralları olarak her şey yerli yerince Allah (cc) tarafından yaratılmıştır. Ve mükemmel işleyen bir nizam vardır. Herkesin, her canlının, her varlığın yeri ve görevi bellidir. Tabiat boşluk kabul etmez deyimi en iyi anlatan örnek, “tabiattaki ekolojik dengedir.” Allah'ın ilahi nizami gereğince tabiatta canlı ve cansız varlıklar arasında bir denge mevcuttur. Bu dengeyi bozan insan zararını kendisi görür. Bugün (27.11.2010 günü) bir TV'de haber programında anlatılıyordu. Muş ve Iğdır ovasını fareler istila etmiş ve ürünlere büyük tahribat veriyorlarmış. Çiftçiler ve yetkililer farelerin ovaları istila etmesini iki nedene bağlıyorlardı. Birincisi anız yangınları nedeniyle, tarlalarda yaşayan yılanlar öldürülmüş ve meydan farelere kalmıştı. İkincisi de derileri para eden tilkiler öldürülmüş, yine meydan farelere kalmıştı. Bilindiği üzere, tarlalardaki farelerin en büyük düşmanı yılanlar ve tilkilerdir. Bu iki canlıyı yok eden o yöredeki insanlar, “tabiat boşluk kabul etmez” kuralını dikkate almadıkları için, farelerin tarlaları istila etmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalmışlardır. Tabiat boşluk kabul etmez sözünün manevi açıklaması da şöyledir: Bir insan içini ve kâlbini iyilikle ve güzel düşüncelerle doldurmuyorsa, o kâlbi, kötülükler ve yanlış düşünceler istila edecektir. Bir insan hayır, iyilik ve doğruluk yolunda yürümüyorsa, mutlaka yanlış, kötülük ve eğrilik yolunda gidiyordur. Nefsini başıboş ve kendi hâlinde bırakırsan, o nefsi şeytan istila edecektir. Nefisini ıslaha çalışmazsan, nefis azgınlaşacaktır. Bu hususu konumuza uyarlarsak, gençliği doğruluk ve iyilik yolunda yürümekten alıkoyarsan ve maneviyattan uzak bir eğitim metoduyla yetiştirirsen, tabiat boşluk kabul etmez kuralı burada da kendisini gösterecek ve gençlik manevi açıdan boşluğa ve uçuruma doğru sürüklenecektir. Böyle bir gençlik bir toplum için en büyük felakettir. Günübirlik yaşayan, fikirsiz bir çizgide ilerleyen, gününü gün edecek tarzda hayat süren, maddi hazları zirveye çıkaracak şekilde keyfe düşkün bir hayatı seçen gençliği maalesef hem bu Dünyada, hem de ahrette “cehennem uçurumlarından bir uçurum” beklemektedir. Bu durumda, “Eyvah ki eyvah! Gençlik manevi açıdan boşluğa yuvarlandırılıyor” diyerek büyük tehlikeye dikkat çekmek gerekir. Geçen günlerde, bir dost meclisinde söylemiştim: “12 Eylül 1980 öncesini, kavgaları dışında ve kardeşi kardeşe kırdırma şeklindeki anarşik olayları haricinde özlüyorum.” 12 Eylül 1980'den önceki gençliği özleme nedenim şimdiki gençlik ile o zamanki gençlik arasındaki temel ve önemli bir farktır. Bu farkın ne olduğunu siz de tahmin etmişsinizdir. Bu fark, şimdiki gençliğin büyük bir ekseriyetle manevi açıdan boşluk içerisinde bulunmasıdır. Geçmişteki gençlerin ekseriyeti, vatan ve millet meseleleri ve toplumdaki fertlerin daha huzurlu ve müreffeh yaşaması noktasında belirli bir fikir ve kaygı taşıyorlardı. 12 Eylül 1980'den sonra ve daha sonraki post modern darbeden sonra, gençler düşünmeden ve fikir üretmekten adeta korkar oldular. Türkiye'deki darbeler gençlere adeta “düşünmemeyi” telkin etmiştir. Tabiat boşluk kabul etmez kuralını bir kez kendisini göstermiş ve düşünmeden korkan gençlik, “günübirlik yaşamayı, ufuksuzluğu ve fikirsizliği seçmiştir.” Bir askeri darbenin etkisi belki siyasi açıdan çok fazla uzun sürmez. Birkaç yıl içerisinde seçim olur, Meclis kurulur ve “demokrasi rayına oturdu” denilir. Ancak, askeri darbelerin sosyal açıdan etkileri o kadar çabuk ortadan kalkmaz. Bu tesir yıllarca, asırlarca sürebilir. Kim ne derse desin, şimdiki gençlik, büyük oranda, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbelerinin etkisiyle şekillenmiştir. Bu darbelere, bir de yıllardır uygulanan yanlış eğitim sistemi eklenince, karşımıza günümüzdeki bu gençlik çıkmaktadır. Evet, gençliğin büyük ekseriyetinin boşlukta son sürat yuvarlandığı gerçeğini kimse inkâr edemez. Görünen köy kılavuz istemez. Çünkü yol bellidir, iz bellidir. Belki mesafede bir isabetsizlik olabilir. Siz dersiniz, “bu köy 10 km”, yol arkadaşınız der “20 km”, bunu tartışırsınız. Ancak, er de olsa, geç de olsa, o köye gidersiniz. Bu teşbihteki gibi, gençliğin büyük oranda gidişatı bellidir. Bunun görmek için araştırmacı olmaya da gerek yok. Herkes bir çevresine baksın. Gazetedeki ve TV'deki olayları şöyle kısaca bir tahlil etsin yeter. Evet, görünen köy kılavuz istemez. Gençliğin içinde bulunduğu tehlikeyi ve bir uçuruma doğru yuvarlandığını kimse görmezlikten gelemez. Ancak, bu yuvarlanışın 10 senede mi, 20 senede mi bir uçurumun dibinde son bulacağı tartışılabilir. Bunlar da önemsiz teferruattır. Gelin, teferruata takılmayalım ve işin esasına inelim ve “kayıtsız ve şartsız bir şekilde”, açık yüreklilikle “gençliğin bu yuvarlanıştan nasıl kurtulacağını tartışalım.”