Etik: İnsanların kurduğu ferdî ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları; doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlakî açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlâk kavramının tabiatını anlamaya çalışır. Yine etik, batı geleneğince zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmış olup Türkçede ahlâk bilimi olarak da anıldığı olmuştur. Ayrıca Türkçede etik sözcüğü ahlâk sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır. Etik, her şeyden önce istenilecek bir hayatın araştırılması ve anlaşılması, bir başka deyimle ahlâkın temellerini inceleyen felsefe dalı ya da bir kimsenin davranışlarına temel olan ahlâk ilkelerinin tümüne denir. Halkın kültürel kimliğine göre ve kendi kendine oluşturduğu hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara Etik Kanunları denir. Etik ile çok ilişkilendirilen ahlâk; istenmeden, kendini zorlamadan meydana gelen bir meleke olduğu da kabul edilmektedir. Bizim kültür inancımıza göre insan, iyiliğe yükselmeye elverişli olarak doğar. Sonradır ki, yetiştiği çevrenin etkisiyle ve güzel ahlâkın öğrenilmesinden mahrum kalarak olumsuz düşünce ve davranışlara sahip olur. Her ne kadar etik anlayışının tam olarak ne zaman başladığı bilinmese de, dünya'nın farklı yerlerinde birçok farklı toplulukta çok eski çağlardan beri etik anlayışının var olduğu bilinmektedir. İslam ve Türk yazılı kaynaklarından, etik yerine ahlâk konusu incelenmiş olduğu ve bugün kütüphanelerimizde yer alan binlerce eserleri bilim dünyasına kazandırmışlardır. Bilim ve tasavvuf yolunda eser veren insanlarımız, eser yazmakla yetinmeyip ahlâk kurallarını kendilerine hayat düsturu haline getirerek hâl ve hareketleriyle çevresindeki insanlara örnek olmuşlardır. Kamu yönetiminde etik davranışlara ilişkin izleri Türk tarihinde de görmek mümkündür. Örnek olarak, geleneksel Osmanlı toplumsal düzeninde önemli işlevler yüklenmiş olan loncaların başında bulunan yöneticilerinin (Kethüda), kanun gereği etik değerlere bağlı kalmaları zorunlu tutulmuştur. Kethüdanın, görevi esnasında, her hangi bir şekilde kötü bir tutum ve davranış içerisine girdiği tespit edilirse görevinden alınması yönünde yaptırımlar uygulanmıştır. Dinî etik, gerek uygulamalı etik gerekse geleneksel dinî etik başlığı altında incelenebilen bir etik anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tutumda, etiğin temellerinin dinî olduğu kabul edilmesinde bir sakınca olmamalıdır. Çünkü, dinlerdeki ahlâk kavramının ve dinlerin çeşitliliği yüzünden, dinî etik kavramı da ayrıntılar açısından farklılık ve çeşitlilik göstermektedir. Erdemler etiği insanın nasıl birisi olması gerektiğini söylemeye çalışır ve ilk olarak Eski Yunan'da ortaya çıkmış olup Plato'nun Symposium'unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak Basiret, Adalet, Cesaret ve İtidal gösterilmiştir. Aristo ise, erdemleri ahlâkî ve aklî olarak ikiye ayırmıştır. Bizim toplumumuzda ise Erdem kelimesine, insanların yanında yapmadığı davranışları hiç kimsenin olmadığı anda yani yalnız iken de yapmamak şeklinde bir anlam yüklenmiştir. Yine Erdem, hatasının farkına varmak ve bu hatasından olumsuz etkilenen insan veya insanlardan özür dilemektir. Ayrıca Takvâ, verâ, zühd ve ihsan kavramları da İslam toplumlarında etik/ahlâki ölçüler olarak kabul görmektedir. Kültürümüzde etiğe en yakın değer olan ahlâk konusu, genelde nefis İle ilişkilendirilmiş olup nefis; emare, levvame, mülhimme ve mutmaine olmak üzere dört mertebe olarak ele alınmıştır. Ancak bazı bilim insanları ise bunlarla yetinmeyerek bu dört mertebeye raziye, marziye ve kâmile gibi üç mertebe daha ilave ederek yedi mertebede incelemişlerdir. Yani birer nefis terbiye mektepleri olarak faaliyet göstermiş olan dergâhlarda bu mertebelerde yetiştirilerek ahlâklandırılan dervişler, muhibbîlikten birer kâmil insan haline getirilmesi sağlanmıştır ki Hazreti Yunus dergâha değil söz ve davranışın, odunun bile eğrisini girdirmemiştir. Yine toplumumuzda, üç harften meydana gelen EDB kelimesine kültür ve ahlâkımızla ilgili olarak çok anlamlar yüklenmiştir. Doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etmemizi sağlayan temel ilkelerin yer aldığı yuvaya vicdan diyoruz. Vicdanımıza göre seçtiğimiz doğruları davranışlarımıza yansıtmamızı sağlayan unsur da irademizdir. Vicdanımızın itiraz ettiği davranışlarımızı azalttığımız ölçüde, zaten kalbimizin huzura erdiğini birlikte görmemiz mümkündür. Kamu yönetiminin işleyişini düzenleyen yasal çerçevenin ruhunu, toplumun genel menfaatinin, kişilerin menfaatlerinden üstün olduğu varsayımı oluşturmaktadır. Ne var ki pratikte, kamu görevlilerinin her durumda bu temel ilkeye göre hareket etmedikleri yönünde yaygın bir kanaat gelişmiş bulunmaktadır. Öyle ki, az da olsa bazı kamu görevlilerinin yolsuzluklara bulaştıkları, rüşvet aldıkları, zimmetlerine para geçirdikleri, hizmet sundukları vatandaşlara zorbalık yaptıkları, kayırmacılık yaptıkları ve yalan söyledikleri hemen hemen herkesin kabul ettiği birer olumsuz davranışlardır. Bu olumsuz davranışların ortaya çıkmasında; Anayasa, Kanun ve Yönetmelik gibi mevzuatın öğretilmesi, mevzuata aykırı davranışların ortaya çıktığında gereğinin yapılmasında bir eksiklik bırakılmadığı halde kamu görevlilerinin yani insanlarımızın gönüllerine ve vicdanlarına yönelik eğitimlerin eksik bırakılmasından kaynaklandığı kabul edilmeli ve buna göre bir tedbirler alınmalıdır. Neredeyse günlük olarak ortaya çıkan bu durumlar, etik konusunda yapılan tartışmaların kamu yönetimindeki önemini artırmış olduğundan dolayıdır ki, Kamu Görevlileri Etik Kurulu kanun ve yönetmeliği ve açıklayıcı bilgilerle hayata geçirilmiştir. Yine adaylığı kaldırılan her kamu görevlisi birer etik sözleşmesini, hükümlerini kabul ederek imzalamaktadır. Bir kamu görevlisi olarak bizler de insanız ve ahde vefa da bizim şiarımızdır. O zaman, etik sözleşmesindeki kurallara uyacağımızı imzamızla taahhüt etmiş biri olarak görev yaptığımız sürece, imzamızın arkasında durmamızın yine bir etik kuralı olduğu unutulmamalıdır. Görevde yeni olan genç çalışma arkadaşlarımız ve bizleri kendilerine model olarak kabul eden yavrularımıza güzel bir örnek olmamız gerektiği hepimizin malûmudur. Sağlık ve başarı dileklerimle”¦