Hac malum üzere İslam'ın şartlarından bir tanesi hem mali hemde bedenen yapılan bir ibadet, maddi imkan hasıl olduğunda orada bedenende yapılması zorunlu olan görevler var. Bu görevlerin içerisindeki zahmet, meşakkat, koşuşturma tüm bunları sabırla yerine getirdikten sonra rahatlıkla oh diyebilmek herhalde tüm mutluluk bu olsa gerek. Sabır yükünü omzuna alıp sabırla taşıyıp sabırla sona erdirmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Bizler lüks otellerimizde her türlü imkânlar içerisinde servisi hazır vaziyette görev yapmamızı sağlayan şirket görevlilerinin sunduğu hizmetler karşısında yinede sabır kuvvetini omzunda taşıyamayarak sabır yükünün altında ezilip memnuniyetsizliklerini dile getirip mevcutla yetinme sabrını gösteremeyenleri görünce bir kat daha sabır yükünün çok daha ağır olduğunu hissettim. Kabe'nin etrafında binlerce kilometre uzaktan gelip, iki parça ihramı birde altına serdiği battaniyesi olan altındaki döşeği mermer veya çakıl toprak, yorganı gökyüzü, otelinin avizeleri yıldız lambaları olan o sabırlı insanların orada günlerce yattığını görünce her halde dedim esas sabır yükünü taşıyanlar bunlar. Öyle ki; gözleri bir sebil yiyeceğinde olan ama mutlulukları yüzlerinde okunan o insanları görünce, birden aklıma bizlerin o sunulan imkanlar karşısında dahi dile getirdiğimiz mutsuzluklarımıza baktım. Hep sabır imtihanında sınıfta kaldığımızı düşünmekten kendimi alamadım. Bediüzzaman'ın o çınar ve çam ağaçlarını yıldız saraylarına değişmem dediği hatırıma geldi, o halet ne kadar muhteşem ki yıldız saraylarına değişmem diyor üstad. Oradaki vaziyeti görünce bizlerinde o duygu ve ufku yakalayabilmemizin lüzumunu hissettim. Oysa öyle haz alınacak ve dolu dolu yaşanacak ortam ve imkânlar çokluğunda, başka şeyleri düşünme zamanının olmadığı bir ortamda başka şeylerle meşgul olmak akıl karı olmasa gerek. Kabe de oturup hiç bir şey yapmasak ta o siyahlara bürünmüş Kabe yi tefekkür ede ede seyretmek,tavaf yaparken o muhteşem Kabe yi seyretmek, Safa ile Merve arasında neyi aradığını bilmek, Hacer Validemizin bir anne yüreği ile o tepeler arasındaki ümidle koştuğu gibi koşabilmek, hayalen Asrı Saadete gitmek, Peygamberimizin dinlenmek için Kabe nin duvarına yaslandığını hissetmek, Kabe etrafında dolaştığının ayak seslerini heyecanla hissedebilmek, her rengi seyretmenin bir süre sonra usanç verdiğini oysa o Siyahlara bürünmüş Kabe yi doya doya seyretmek seyrettikçe içinin açıldığını yaşamak ve bu imkanları kullanabilmek ve zamanın yetmediğine şahit olabilmek. Arafat'ta vakfeye durmak ve o saatte Rabbimizin üzerimizdeki yakınlığını hissedebilmek. Oradan Müzdelife vakfesine durup orada sükûnetle taş toplayıp Mina da şeytanı taşlamanın hazzını tadabilmek bunları yaşayarak başka şeylere meşguliyete zaman olmasa gerek. Tüm bu koşuşturmaların ardından yunmuş ve yıkanmış olarak Medine ye Mescid-i Nebevi yenin kokusunu ve manevi atmosferini yaşamak ayrı bir haz veriyor insana. Medine İslamın Baş Şehri, Asrı Saadetin yaşandığı, her şeyin zirvesini bulduğu şehir Medine. Cennet Bahçesinde namaz kılmak, ziyaretler, Uhud u Uhud da dinlemek insanı o zamana götürüyor. Mescidi Nebevide Vahiy Meleğinin geldiği pencereyi görünce bir başka alemlere gidiyor insan. Böyle bir atmosferde bir Hac dönemini daha geride bıraktık, bir sonraki Hac heyecanını yaşamak umuduyla”¦