“Hak çok önemlidir, Hakk'a riayet etmek gerektir” diye söyler dururuz. Peki, bu sözleri söylerken “Hakkı hayatımıza, ruhumuza, benliğimize ne kadar müessir kılıyoruz? Hak, hak, hak” diye feryat figan ederken, hep kendi nefsimize mi istiyoruz, yoksa herkes için mi istiyoruz? Ya da Hakkın teorisini gündeme getirirken pratiğini de kendi hayatımızda bizzat gösteriyor muyuz? “Hak deyince akan sular durur” deriz.” Peki, gerçekten de “akan suları durduracak derecede” Hakk'a saygılı mıyız? Hakkı sözde mi savunuyoruz, özde mi savunuyoruz? Hakkı hayatımızın mihengi hâline getirebiliyor muyuz? Hakkı ruhumuza ve tüm benliğimize hâkim kılıyor muyuz? “Kul hakkına Allah (cc) bile karışmıyor” diyoruz, “Hak sahibiyle helalleşilmeden Cennete girilmez” diyoruz, “Dünya hak ve adaletle ayakta duruyor” diyoruz, “Adalet, hak mülkün temelidir” diyoruz, diyoruz, diyoruz da, “Hakkın hakkını veriyor muyuz?” Evet, onlarca sorudan sonra, en düşündürücü soru bu olsa gerek; “Hakkın hakkını veriyor muyuz?” Hakkın hakkını vermek de ne demek? Bu nasıl soru? Bu nasıl ağır bir soru? Gel de işin içinden çık! Hakkın hakkını nasıl vereceğiz? Hakkın hakkını vermek için şu dört hususun birlikte gerçekleşmesi gerekir. 1- “Hakkın manasını iyi bilmeli ve idrakine tam varmalıyız”. 2- “Hak düşünmeli, Hak söylemeliyiz.” 3- “Hakkı ruhumuza ve tüm benliğimize hâkim kılmalıyız.” 4- “Uygulamalarımız Hak üzere olmalıdır.” Bu dört hususun özeti şudur: “Hakkı bilmek, Hakkı anlamak, Hakkı benimsemek ve Hakkı uygulamak.” İşte bu dördü hususu yerine getirirsen “Hakkın hakkını verirsin.” Önce bilmekle başlayalım. Hak nedir? Hakk'ın çok çeşitli ve çok farklı tanımları vardır. Osmanlıca Türkçe Lügatte “hak” kelimesinin karşılığı olarak, şu açıklamalar yer almaktadır. “Hak, batılın zıddıdır. Hak, doğru, gerçektir. Hak, vacib ve lazım olandır. Hak, herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki malikiyetidir.” Bu lügat manalarını bilmek yetmiyor. Hakkın başka manaları da var. Istilahi manada Hak dediğimizde yukarıdaki anlamlardan farklı anlamlar anlaşılmaktadır. “Hak” dediğimizde, “Allah, İslamiyet, Kur'an” akla gelmektedir. “Cenab-ı Hak” diyoruz. Hiç düşündünüz mü, “niçin Cenab-ı Hak” diyoruz? Yüce Allah var olduğu ve varlığı hakikat olduğu için “Cenâb-ı Hak” diyoruz. İstiklal Marşında; “Hakkıdır Hakk'a tapan Milletimin istiklal” derken, Hakk kelimesini “Allah” mânâsında kullanıyoruz. Aynı şekilde Hak din derken de, İslamiyet'i kastediyoruz. İsra Suresi 81. ayette geçen “Hak geldi batıl zail oldu” beyanından, İslam geldi, Kur'an geldi, batıl, yalan, sahtekârlıklar, düzenbazlıklar kaybolup gitti manasını anlıyoruz. Hakkın manası okyanuslardan daha derin, kâinattan daha geniştir. Bu ölçüdeki bir kavramı anlatmakta aciz kalsak da, herkes zihninin idrakini, gönlünün ferasetini bu hususta çalıştırmalıdır. Gelelim ikinci hususa. Hakkın hakkını vermek için, “Hak düşünmeli, Hak söylemeliyiz” dedik, bunun açıklaması basittir. Hayatımızın her anında Allah'ın fikri ve zikri bizimle olmalıdır. Dilimizde Allah, gönlümüzde Allah olmalıdır. Gelelim üçüncü hususa. Hakkın hakkını vermek için, “Hakkı ruhumuza ve tüm benliğimize hâkim kılmalıyız.” Bunun için ne yapacağız? Tek yapmamız gereken dosdoğru bir yolda, Kur'an terimiyle ifade edecek olursak, “Sırat-ı Müstakimde” yürümektir. Kur'an-ı Kerim'de bir Ayet-i Kerime var. Bu ayet için, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz; “beni kocattı”, demiştir. Sevgili Peygamberimiz bu ayetin o denli tesiri altında kalmıştır ki, bu şekilde bir söz söylemiştir. Peygamberimizin bu denli etkisinde kaldığı Hud Suresinin 112. ayeti şöyledir: “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” Buradaki “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” uyarısı hepimizedir. Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak için, “Hakkı ruhumuza ve tüm benliğimize hâkim kılmalıyız.” İşin en zor kısmı bu olsa gerek. Yani “dilden değil gönülden Hak” demeliyiz, “sözde değil özde Hak” yolunda yürümeliyiz. Yukarıdaki üç hususu yerine getiren, zaten dördüncüsünü de yerine getirir. Yani uygulamalarında da Hak'tan ayrılmaz. Allah'ı bilen ve Hakkı ruhuna ve tüm benliğine hâkim kılan, ölçerken, tartarken, hüküm verirken Hak'tan asla ayrılamaz. Hakkın hakkını vermek deyince ben bu dört hususu zihninize ve gönlünüze havale ettim. İnşallah, “Hakkın hakkını verenlerden oluruz.” Vesselam.