İster ilkel bir kabile yaşayışı, ister modern bir devlet teşkilatı içinde olsun, bu kâinatın mahiyeti nedir, eşyanın yapısı, özellikleri nedir, inanç değerleri, dünya görüşü daima insanlığın en başta meselesi olmuştur. Her inanç ve doktrin sahibi insanların bu çerçevede inanç ve yönetimlerini şekillendirdiği gibi, İslamiyet inde bu çerçevede genel olarak kainat ve insanın yaratılışında dini ve müspet ilimleri beraber karıştırarak bu yaratılış gerçeğini en güzel şekilde ele alan Bediüzzaman'ın düşünce ve fikirlerinden faydalanarak ele almak istedim. Bu gün içerisinde yaşadığımız kâinatın yaratılışı hususunda çeşitli fikir ve teoriler ileri sürülmekte, değişik ifadeler kullanılmakta, bütün bu ifade ve teoriler gösteriyor ki; Demek kainat bir zamanlar yoktu, o zaman, o yok olan, varlığa ortaya çıktı, bu yok olanı ortaya çıkaran bu kainatı şekillendiren vücuda getiren ve bunu tercih eden yaratan bir güce ihtiyaç var. Bediüzzama'nın ifadesiyle “ Vücut; mümeyyize, muhasırsa ve müreccihe ve de müessire olmak üzere, ilim, irade ve kudret sıfatlarını istilzam eder” Bu gerçek Kur'an-da şöyle ifade edilmektedir.” Ne suretle Allah'ı inkâr ediyorsunuz. Hâlbuki sizin hayatınız yoktu, o size hayatı verdi; sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayat verecektir, sonra ona rücu edip gideceksiniz.” Mealindeki ayet Bediüzzaman'ın yaratılış hakkındaki görüşlerine hareket noktası teşkil etmektedir. Bir eşyanın yaratılmasında, ilmen çeşitli ihtimaller içerisinde ve maddenin bir birinden ayırt edilmeside gösteriyor ki mümeyyize vasfı (ayırt etme sıfatı) görünüyor. İrade sıfatı ise çeşitli ihtimaller içerisinde en uygunun tercih edilmesi yani müreccihe halini netice vermesi, orada irade sıfatının varlığı görünmesi ve bütün bunların tercih ve iradenin, seçilen tarzın neticesinde vücuda gelmesi müessire yani kudret sıfatının gereği olduğunu ifade etmektedir. Eğer bir varlıktan bahsediyorsak onun meydana gelmesinde hakiki tesir sahibi olanda işitmek, görmek ve konuşmak gibi sıfatların varlığına inanmak gereklidir. Yoksa bu yaratılanları başıboş birer tesadüf eseri olduğunu kabul etmek gerekecektir. Yaratılış gerçeğini ve gayesini Bediüzzaman, Muhiddin-i Arabî'nin “ Ben gizli bir hazine idim. Mahlukatı beni bilmeleri, tanımaları için yarattım.” Mealindeki Hadis-i Kudsiyi, “ Mahlûkatı yarattım ki, bana bir ayine olsun ve o ayine de cemalimi göreyim.” Manasında tefsir ettiğini söylemektedir. Demek yüce yaratıcı kâinatı, kendi isim ve sıfatlarının tecellisini seyredebileceği bir ayna olarak yaratmıştır. İmam-ı Gazali'nin belirttiği gibi, bu yaratılış, Allah'ın yaratıcı iradesiyle” düşünülen ihtimallerin en güzeliyle” vucud bulduğunu, tabiat ve tesadüfe imkân ve ihtimal olmadığı ve tabiatında bizzat yaratılmış bir varlık olarak ve kanun koyucu bir iradeye sahip olmadığı gibi tesir ve icat kabiliyetine sahip değildir. Kör, camit, şuursuz tabiata, icat ve yaratıcılık vermek ancak Allah'ı inkâr arzusuyla izah edilebilir. Bediüzzaman tabiat mefhumunun asıl mahiyetini şöyle ifade etmektedir. Tabiat, ancak bir sanattır, sani (sanatkar) olamaz, bir nakıştır nakkaş olamaz( nakışı işleyen usta olamaz) ahkamdır hakim olamaz ( Kanundur kanun koyucu olamaz ) bütün bunlarda gösteriyor ki; şuurlu bir fiildir. Buda tek yaratıcı olan Allah'ın iradesiyle mümkündür.