İman'ın mahiyeti nedir, Allah'a bağlılık ne demektir, nasıl olmalıdır, bu iman nasıl kazanılır? Bütün bu sorulara Bediüzzaman büyük kelam alimi Sa'deddin-i Taftazani'den “ İman, Cenab-ı Hakkın, istediği kulun kalbine, cüz'i ihtiyarinin sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.” Bu nakli yaparak imanın, O ezeli güneş olan Rabbimizden, insanlığın vicdanına ihsan edilen bir nur olduğunu ve bu iman ışığıyla aydınlanan bir insanın her şeyle tanışması ve kalbindeki o iman kuvvetiyle her türlü bela ve musibetlere dayanabilir. Çünkü insanın aciz olarak dünyaya gönderilmesi, daimada bakılmaya muhtaç olması, düşmanlarının çokluğu, sermayesi ise ancak elinin ulaşabildiği kadar kısa olması, bütün bunlar karşısında bu ihtiyaçlarını karşılama ve düşmanlarından korunması noktasında iman ve din ihtiyacı ortaya çıkıyor. Yine Bediüzzaman; Tüm insanlığında hal ve hareketlerine dikkatle baktığımızda ruhun manen yükselmesi, vicdanın olgunlaşması, akıl ve fikrin gelişmesini anlatan onlara vücut veren tekliftir. Onlara hayat verenin Peygamberler ve ilham edenin dinler olduğunu ifade etmektedir. Zira bu noktalar olmasa idi, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar mükemmel duygular tamamen yok olacak sönecekti. 21. Yüzyılda tüm insanlık fenlerinde gerekliliğiyle uyanmış, insanlık kendi mahiyetini anlamış ve başıboş yaşayamayacağını ve en dinsizlerinin bile dine sığındığını görüyoruz, insanlığın acizliği, zaifliği, onu inciten düşmanlara karşı ve sonsuza kadar uzanan ihtiyaçlarına yardım edecek ve karşılayacak tek noktanın o ihtiyaçlarını karşılayan Rabbine karşı imanla çare bulacağı bu gün dahada aşikar görülmektedir. Geçmiş asırlardaki yaşamış ve kendisine uluhiyet iddiasında bulunmuş firavunlar, nemrutlar, Buda'lar v.s. hiç birinin tapılmaya, ihtiyaçlarına cevap vermeye layık olmadığı, hatta kendi ölümlerine bile çare bulamayışları görülmektedir. Bir gün firavunun kapısını şeytan çalar, firavun kim o diye seslenir, şeytan cevabı yapıştırır kapının arkasında kim olduğumu bile bilemiyorsun birde ilahlık dava ediyorsun! Eğer insanlığa dinler gelmeseydi, insanlar yine iki ayak, iki el, iki göz, iki kulak v.b. akıl taşımasına rağmen hayvaniyet derecesinde kalacaktı, zira bu duygular asıl gayelerine hizmette, asıl değerlerine kıymetten noksan kalacak maddeten ve manen gelişmeyecekti, bu duyguların gelişmesi de ancak din ihtiyacı ile olabilir.Yunan ahlakçısı Plutergue din duygusunun vazgeçilmez bir hususiyet olduğunu ” Dünyayı dolaşınız, duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz beldeler bulacaksınız, fakat mabetsiz, mabutsuz beldeler bulamayacaksınız.” Diye dile getirmiştir. Ne Mutlu imanın hem nur, hem kuvvet olduğunu idrak edip yaşayanlara”¦ [email protected]