Yaşadığımız olayın deprem olduğunu dahi anlayamadan yakalanmıştık müthiş sarsıntıya. 45 saniyenin, ne kadar uzun bir zaman dilimi olduğunu, bitip tükenmek bilmediğini o gece anlamıştık. Ne yapacağımızı bilemeden, nereye gideceğimizi kestiremeden odaların arasında gezinip durmuştuk. Adeta büyük iş makineleri tarafından yıkılmaya çalışılan koca binaların içinde mahsur kalmış çaresiz insanlar gibiydik. Gök gürültüsünü andıran o müthiş uğultu nedeniyle, yerinde duramayan hop oturup hop kalkan binaları ve eşyaları görmez olmuştuk. O gece ile ilgili hatırladığım tek enstantane, kızımızı kucağımıza alıp eşimle sımsıkı birbirimize sarılmıştık. Önce besmele çekip ardından Kelime-i Şahadet getirdiğimizi hatırlıyorum. Gürültü kesilip sarsıntı bittiğinde, karanlıklar içinde el yordamıyla kendimizi dışarıya atmayı başarmıştık. Dışarıya çıktığımızda karşılaştığımız manzara görülmek istenmezdi. Önce can diyerek canını kurtaran herkes; anam diyor, babam diyor, oğlum diyor, kızım diyor, eşim diyor, kardeşim diyordu. Kimi geceliğiyle, kimi yarı çıplak vaziyette, kimi çarşafa dolanmış, birçoğu da yalın ayak insan manzaraları”¦ Ama yaşanan tam bir can pazarı. Binalardan olabildiğince uzaklaşan, parklara sığınan ve her artçı sarsıntıda tekrar şoka giren yüzlerce, binlerce insan”¦ Parkın bir kenarına da biz iliştik. Asıl şoktan sonra bütün cesaretimi toplayarak karanlık eve tekrar girmiştim. Bir battaniye ve kapı önündeki bebek arabasını kaptığım gibi dışarıya fırlamıştım. Sabaha karşı, günün en soğuk vaktinde kızımızı battaniye ile korumayı başarmıştık. Güneş yüzünü gösterip ortalık aydınlanmaya başlayınca felaketin boyutunu daha net görmeye başlamıştık. Yıkılan binalar, son bulan yaşamlar, enkaz haline dönen insanlar”¦ İlerleyen her saatte insanlar yaşadığı acının farkına varmaya başlıyor ve aynı saniyeleri defalarca birbirine anlatıyordu. Çünkü aynı olayı herkes farklı şekilde yaşamıştı. Herkesin depremi birbirinden farklıydı. Bolu İtfaiye Parkı'ndaki bekleyişimiz sürerken eşim gözlerime bakarak dedi ki: [B] ””“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm. Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”[/B] diyor [B]Erdem Beyazıt.[/B] Hâlbuki burnumuzun ucunda ölüm, şah damarımızdan daha yakın ecel. ””Evet, öyleymiş meğer. Çok uzak zannetmiştik oysa. [B]””Değmezmiş şu fani dünyada kimsenin kalbini kırmaya. [/B] Ertesi gün, sarsıntı esnasında canımızı zor kurtardığımız evimize girme cesaretini buldum ve tekrar içeriye girdim. Gündüz gözüyle baktım odalara, can düşmanı eşyalara. Yerler tabak, çanak, kitap ve cam kırıklarıyla dolu. Mutfağa baktığımda karşılaştığım manzara içimi ürpertti. Buzdolabının kapısı çıkmış bir tarafta yatıyor, kendisi başka tarafta yatıyordu. Yeni bir artçı sarsıntı ile kendimi dışarıya zor attım. Eşimin ve kızımın yanına geldiğimde ben de aynı şeyleri söylemişim: [B]””Değmezmiş şu fani dünyada kimsenin kalbini kırmaya.[/B] Evet, yaşam o kadar kısa ki, kimsenin kalbini kırmaya, kimsenin gönlünü incitmeye değecek kadar uzun değil. Yarının garantisi kesinlikle yok. Kalbini kırdığımız insandan özür dileme imkânımız olacak mı, kendimizi affettirmeyi başarabilecek miyiz? Bunları bilmiyoruz. Yarına çıkacağımızın garantisi yok demek; hayat boş, yaşamaya değmez, dünya işleri ile ilgilenmeyelim demek değildir. Aksine yaşamın bir müsvedde olmadığını, bir defa yaşandığını bu nedenle içi dolu ve kaliteli yaşanması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Başkalarını affetmek güzel, kendimizi affedebilmek daha güzel bir davranıştır ama affedebilmek ve affettirebilmek için gerekli zamanımız olacak mı onu bilmiyoruz. Bu nedenle kırmadan ve kırılmadan yaşamaya özen göstermeliyiz. Hak aşığı [B]Yunus Emre'nin[/B]: [B]“Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil ” [/B] dizelerinde ifade ettiği gibi, kalp kırmamak da ayrı bir ibadettir. [B]İlkelerimize bağlı, değerlerimizle barışık bir yaşam sürebilmek için mutlaka gönül incitmeye gerek yoktur. Sonuçta herkesin bizim gibi düşünme, bizim gibi konuşma, bizim gibi giyinme zorunluluğu olmadığını da biliyoruz. İncinmeden ve incitmeden yaşayabilmenin hazzına varmak istiyoruz.[/B] [B]Yazara mesaj: [/B][email protected] www.yusufyesilkaya.com [B]Not: Bu yazı;[/B] www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr , www.gelisimbahcesi.com ve www.gencgelisim.com [B] web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.[/B] [B]Dershanelerden, özel öğretim kurumlarından ve sivil toplum kuruluşlarından seminer vermem için teklifler alıyorum. Müsait oldukça seminerler veriyorum. [/B] [B]Bana ulaşabilmeniz için telefonlarım: 0 535 961 56 56 - 0505 268 52 15 [/B]