Bunların zıttı olan güzel değerler, güzel hasletler adeta topluma yabancı gibi. Nerde, fedakarlık, nerde diğergamlık? Nerde hoşgörü? Nerde muhabbet ve nerde hürmet? Bu değerler toplumun çok az kesiminde ve o da sinelere sinmiş şekilde bekliyor. Şu an karşı taraf ezici bir üstünlük içinde. Gün geçmiyor ki, şu haberlere rastlamıyoruz: “Trafikte yol verme kavgası.” Kavganın sonucu, o ona vurdu, o onu yaraladı, o onu öldürdü! Başka bir haber: “Komşular arası kavga.” Sebep ne? Tahammülsüzlükten, bencillikten ve sevgisizlikten ve hoşgörüsüzlükten kaynaklanan sebepler. Geçen haftalar içinde Şanlıurfa Cezaevinden bir haber gelmişti. Orada da, sıcak havada serinletme vazifesi gören bir vantilatörün yerinin değiştirilmemesi üzerine kavga çıkmış ve kavga sonucunda koğuş ateşe verilmişti. 13 kişi çıkan yangında ölmüştü. Vantilatör koğuşun bir tarafını serinletiyor diye karşı taraf buna itiraz ediyor ve her yeri ateşe veriyor. Bu nasıl bir tahammülsüzlük ve sevgisizlik! Anlamak mümkün değil. Sırf cezaevinde mi var, bu tür sorunlar. Hayır hayır her yerde hakim. Cezaevlerinde biraz daha gerginlik var. Allah (cc) kimseyi oralara düşürmesin, elbette oraların şartları ağır. Dayanmak zordur. Tahammül zordur. Ancak, geçmişte cezaevlerinde sulhu ve kardeşliği tesisin örnekleri de var. Bediüzzaman Said Nursi Üstadımızın (ra) cezaevlerinde kaldığı süre içerisinde bilhassa kendi kaldığı koğuşta tesis ettiği sevgi ve hoşgörü iklimi geçmişten geleceğe en güzel metot ve yoldur. Üstadın vesilesiyle cezaevinde kalan mahkumlardan namaza başlayanlar olmuştur. Eski kötü huylarını terk edenler olmuştur. Son Şahitler'den Hasan Akyol'un anlattığı bir olayı burada kaydetmek gerekir: “Bir gün cezaevi karıştı, mahkûmlar birbirine düştü. Herkes birbirine öylesine düşmandı. Bediüzzaman bu duruma üzülüyordu. Ondan hiç 'Oğlum yavrum' hitabı yoktu. Küçüğe de, büyüğü de 'kardeş' diye hitap ederdi. Onlara:"Kardeşler bir dakika müsaade ederseniz sizinle konuşacağım" dedi. Millet durdu. “Burası cezaevi değil Medrese-i Yusufiye. Alacaksınız abdestinizi, kılacaksınız namazınızı. Allah'a dua edeceksiniz. Burası medresedir. Yusuf Aleyhisselam'dan kalmadır." Millet o zaman namaza başladı. Birbirlerine düşman olanlar düşmanlıktan vazgeçtiler. Hoca Efendinin hatırına barıştılar.” Evet, toplumda fertler arasında, genel bir hoşgörüsüzlük, tahammülsüzlük, sevgisizlik hakim. Bunu kolayca gözlemliyoruz. Bu olumsuzluklardan ortaya hasar çıkıyor, zarar çıkıyor. Bu hasar ve zarar hem manevidir, hem maddidir. Manevi değerlerimizi tahrip oluyor. En ağırı budur. Maddeye verilen zararı telafi etmek mümkün olabilir de, manevi zararları telafi etmek o kadar kolay olmayabilir. Toplumun fertleri uçuruma doğru sürüklenirken, seyirci kalmak doğru değil. Biz böyle değildik. Biz isar toplumu idik, hasar toplumu olduk. Tarihimizde isarın nice nice örnekleri vardır. Hepsini buraya yazmak mümkün değil elbet. Asrı Saadetten bir tek örnek hepsine denktir. Yermuk savaşından bir sahne: Hişam oğlu Haris, Ebu Cehil oğlu İkrime ve Ebu Rebia oğlu Ayyaş, Yermuk savaşında ağır yaralar almışlardır. Yerlerinden kıpırdayamayacak haldedirler. Ebu Sabit oğlu Habib, elinde bir su kırbasıyla yaralıların arasında dolaşmaktadır, belki su isteyen olur da, bu kızgın çöl sıcağında susuzluğuna derman olurum diye. Uzaktan bir ses gelir. “Su, ne olur biraz su!” diye kısık sesle yardım isteyen kişi, Hişam oğlu Haris'tir. Habib hemen o tarafa doğru koşar ve kırbayı Haris'in dudaklarına götürür. Tam o esnada öteden bir ses duyulur: “Allah rızası için bir yudum su veren yok mu?” Sesi duyan Haris, son nefesini vermekte olduğu halde başını yana çevirerek kırbayı ağzına almayı reddeder ve Habib'e, kırbayı sesin sahibi olan İkrime'ye götürmesini söyler. Bu defa Habib İkrime'nin bulunduğu yere koşar. İkrime tam suya kavuşmuşken yanıbaşındaki Ayyaş'ın sesi duyulur: “Su, bir yudum su!” Haris'in, İkrime'yi kendi nefsine tercih ettiği gibi, İkrime de Ayyaş'ı kendi nefsine tercih eder ve başıyla kırbayı Ayyaş'a götürmesini işaret eder. Habib bu sefer de Ayyaş'a su yetiştirmek için koşar, ancak yanına vardığında Ayyaş, bir daha susamayacak şekilde şehadet şerbetini içmiştir bile. “Bari İkrime'ye su vereyim” diye düşünerek çabucak onun yanına döner Habib. Ama o da son nefesini vermiştir. “Hiç olmazsa Haris'e yetişeyim” diye onun bulunduğu yere doğru hareketlenen Habib'in bu çabası da sonuçsuz kalacaktır. Çünkü o da şehitlik şerbetinden kana kana içeli çok olmuştur. Evet, işte biz böyle bir diğergamlığın ve fedakarlığın geçerli olduğu bir dinin mensubuyuz. Kendi canını değil, Müslüman kardeşinin canını daha önde tutan bir medeniyetin mensuplarıyız biz. Heyhat! Gel gör ki, bu halden hangi hale gelmişiz. Hep ben, hep ben diyecek derecede zavallı ve bencil olmuşuz. İsar yerine hasarı tercih etmişiz. Allah (cc) merhamet etsin bize. Amin. Not: Yazımızın başlığı “İsar Toplumundan Hasar Toplumuna.” Ancak isarın manasını bilmeyenler olabilir. İsar, kelime manası itibariyle, başkasını kendi nefsine tercih eden demektir.