Bu olgunun şüphesiz birçok sebebi vardır. Türklerin sosyo-ekonomik durumu ve alışkanlıkları hemen akla gelebilir. Anadolu insanının erkek nüfusunun azımsanamayacak kısmının sadece askerlik vesilesiyle yaşadığı coğrafyanın dışına çıkabildiğini en azından büyüklerimizden duymuşuzdur. Dolayısıyla yaşadığı yerleşim alanı kadar dünyası olan insanlarımızın hiç de az olmadığı bir tarihi dönemeçten gelmekte olduğumuzu belirtebiliriz. Son yıllarda Türk insanının, her yerinden tarih fışkıran, çeşitli kavim ve medeniyetlere beşiklik etmiş olan ülkemizi ve Osmanlı Devleti'nin asırlarca hüküm sürdüğü coğrafyaları merak etmeye başlaması şüphesiz sevindirici gelişmedir. Özellikle ülkemizde orta sınıfın gelişmesi, küreselleşmenin nimetlerinden Anadolu insanın da yararlanmaya başlaması sonucunda gerek ülkemizin gerek daha önceki devletimizin yaşadığı coğrafyalara tertip edilen gezilerin artmakta olduğunu söyleyebiliriz. Kendim de bir memur olarak imkânlar ölçüsünde ülkemizin nadide yerlerini Faruk Nafiz'in “El gibi dolaşma Anadolu'nda, / Arkadaş, yurdunu içinden tanı.” mısralarını ciddiye alarak gezmeye çalışıyorum. Yurtdışına şimdilik çık(a)madım, eğer Allah kısmet ederse hayalini kurduğum, türküsünü çığırdığım, düşünü gördüğüm tarihî şehir ve eserlere bir gün kavuşacağım. Birkaç yıldır yaz tatilinin gelmesiyle birlikte -kültürel gezilere çıkacak olan okur-yazarların çoğunun gezi yapacağı bölgeye ait kültürel, tarihi ve sosyal kitapları okuduğu- gibi gidemediğim ülke ve şehirler hakkındaki gezi yazılarını okumaya başladım. Haçlı Savaşları'nın esin kaynağı olan, Üç büyük dinin mabetlerinin olduğu, Osmanlı Devleti'nin iktidarı altında 401 yıl yaşayan Filistin topraklarını oldukça merak etmişimdir. Bu çerçevede gazeteci-yazar Harun Çelik'in İşgalci isimli eseri zihin dünyamda güzel bir geziye çıkmama vesile oldu. Gazeteci-yazar Çelik, 14 yıllık gazetecilik birikiminin 5 yılını İran, Afganistan, Hindistan ve Pakistan'da kazandı. Doğu-İslâm toplumları hakkında sağlıklı gözlem ve tespitleri olan Çelik'in Filistin ile diğer gördüğü İslâm toplumları arasındaki farklar ilginçlik içerir. Yazarın onlarca yıldır genelde İslâm âleminin özelde Ortadoğu'nun kanayan en büyük yarası Filistin'e olan tecessüsü had safhadadır. Eser, yazarın vize almak için uğradığı İsrail'in Ankara Büyükelçiliği'ne gitmesiyle başlar. Çelik, İsrail ve Filistin topraklarındaki gezi boyunca gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini kaleme alır. Tarih boyunca İşgal altında yaşamayan bir milletin ferdi olan Çelik, işgal altındaki Filistin'de gezi boyunca işgal havasını teneffüs eder, Yahudi ve Dürzi askerlerin namlusunun gölgesinde Mescidi Aksa'da namaz kılmaya çalışır. Bütün dünyanın jandarmalarına inat İsrail'in yaptığı sistemli zulüm ve eziyetleri yakından görür. Filistinlilerin küçümsenemeyecek kısmının işgal durumuna kanıksamasına şaşırır. Yahudilerin kutsal Şabat günlerindeki etkinlikleri ve bir kısmının Müslümanlara olan tacizini belirtir. Yahudilerin ağlama duvarında kippa değil de bere takarak ibadetlerini anlamaya çalışır. İsrail'deki aşırı dindar kitlenin nüfusun çoğunluğu olmadığını ama çoğunluğunun sesi olduğunu, bunların İsrail kamuoyunda en çok sesi çıkanlar olduğunu belirtir. Özellikle belli Yahudilerin nüfusun çoğalmasına yönelik çok çocuk yapmaya çalıştığını ifade eder. Yahudilerin hepsinin asker olduğunu, sivilin yok denilecek kadar az olduğunu beyan eder. İsrail'in birçok ülkeden gelen Yahudilerce kurulduğunu bunlar arasında da siyasi çekişmenin olduğunu vurgular. Yazar, Filistin sorununa Arap âleminin gerekli hassasiyeti göstermediğini, Türkiye'nin ise aksine Filistin davasına çok da istenilen düzeyde olmasa da sahip çıktığını, birbirinden farklı görüşte bulunan bütün Filistinlilerin bu gerçeğin farkında olduğunu vurgular. Hamas ve El-Fetih arasındaki kan uyuşmazlıkları hakkında tafsilatlı bilgi sunar. Yazar, daha önceden Türkiye'de tanıştığı Filistinli arkadaşları vesilesiyle Filistin'de gündelik ve sosyal hayatın nabzını bu arkadaşların aileleriyle tutmaya çalışır. Burada Türk, Türkiyeli ve Osmanlı torunu olmanın geçer akçeliği karşısında de teselli bulmaya çalışır. Yazarın kaleminin antiemperyalist bir çizgide olmasına rağmen İsrail askerleri tarafından Filistinlilerin evlerinin yıkılmasına karşı çıkıp buldozerin önüne atılarak ölen Rachel Corrie'ne eseri ithaf ettiğini belirtebiliriz. Harun Çelik'in önsözünde belirttiği gibi kitapta birçok eksik ve takviye edilmesi gereken hususlar olduğunu ama samimiyet kokmayan bir cümle dahi olmadığına ben de katılıyorum. Bir duyarlı aydının “işgal” karşısındaki sancısını her satırında karşılaştığımız bu eseri merak edenlerin okumasını ümit ederim.