Bu tezin mülkiyeti de Hıristiyanlığa aittir. Reform ve Rönesans hareketleriyle başlayan ve uzun süre devam eden Hıristiyanlıkla hesaplaşma, seküler (dolayısıyla materyalist, dini hayattan ötelemiş) anlayışın galibiyeti ile neticelenmiş, Hıristiyanlık ise kiliseye kadar çekilerek varlığını muhafaza etmekle iktifa etmiştir. Batının bu günkü insan tezi, materyalist, dini hayatın küçük bir bölümüne hapsetmiş, hatta tamamen bir tarafa atmış ve insanı bencilleştirmiştir. Materyalizm, aslında kendini inşa ve muhafaza edebilecek teorik kaynaklara sahip değildir, buna rağmen kendini inşa etmiş olması, Hıristiyanlığın ruhçu insan tezindeki dehşetengiz sapkınlığa reaksiyon olarak çıkmasıdır. Ruhçu insan tezini batıda Hıristiyanlık temsil ettiği için, Hıristiyanlığa karşı verilen mücadele, aynı zamanda ruhçu insan tezine karşı da verilmiş oldu. Kaynağı ve doğumu itibariyle materyalist (nefs merkezli) insan tezi, müthiş bir zihni savrulmadır. Doğudaki ruhçu insan tezi, batıdaki Hıristiyanlık merkezli ruhçu insan tezinde olduğu kadar sapkın değildir. Ortaçağ Hıristiyanlığının kurduğu dehşetengiz baskı mekanizmaları hayatın altyapısını yok etmiş, insanı kendinden nefret eder hale getirmiş, dünyayı ise tamamen dışlamıştır. Doğudaki ruhçu insan tezi, baskının ne olduğunu bilmez, insanların rızasıyla o mecraya dökülmesini arzu eder, bunun kültürünü de yoğun bir şekilde üretir. Doğudaki ruhçu insan tezinin daha uzun yaşaması, “rızaya” dayalı olmasıdır. Zaten ruhçu insan tezinin temelinde rıza vardır. Batıdaki Hıristiyanlık merkezli ruhçu insan tezi, iradeyi ve rızayı sıfırladığı için, kendisine karşı dehşet bir mücadeleyi tetiklemiştir. Doğuda baskı olmadığı, rızaya dayandığı için, ruhçu insan tezine karşı bir mücadele başlamamıştır. Çin'deki komünist hareketin ve devletin “kültür devrimi” yoluyla ruhçu insan tezine savaş açması, doğunun isyanı değil, doğulu ahmakların batılı dünya görüşleriyle kendi kültürlerine ihanetidir. Materyalizme savrulan batı dünyası, insanın “ne olduğunu”, “nereden geldiğini”, “nasıl var olduğunu”, “nereye gideceğini”, “tabiatının mahiyetini”, “terkibinin unsurlarını” aramakta, bulmakta, anlamakta ve izah etmekte tıkandı. Çünkü materyalizm, kaynakları itibariyle bu soruların cevabını veremez, bu derinlikte bir konuyu yüklenemezdi. Marksizm ile kendini bayraklaştıran materyalizmin, Darvin'in “evrim teorisini” tereddütsüz kabul etmesi, denizde boğulan insanın yılana sarılması gibiydi. Materyalist (nefsi) insan tezi, evrim teorisi üzerine inşa edildi. Yaratılışı kabul etmeyen materyalizm, insanın nasıl var olduğunu açıklamaktan kaçamazdı. İnsan gibi girift (karmaşık) bir varlığın, cansız varlıklardan (atomlardan) evrilerek nasıl meydana gelebileceği ile ilgili temel soruları hiç umursamaksızın evrim teorisini kabul etmesi, psikolojik olarak kendini tatmin arayışından başka bir şey değil. Yirmi birinci asrın başında, fizik bilimindeki gelişmeler materyalizme nükleer silahlarla saldırmaya başladı ama ne gam, batı dünyası bir defa ezberlerini yapmıştı. Evrim teorisi materyalizme, psikanaliz ise her ikisine birden destek oldu. İnsanın “nasıl var olduğunu” evrim teorisi ile açıkladıklarını zannedenler, psikanalizle de “ne olduğunu” izah ettikleri vehmine kapıldılar. Batının bu günkü insan tezi, evrim teorisi ile psikanalizin muhabbetinden doğdu. Evrim teorisindeki dev boşluklar ve can alıcı sorular hala ortada duruyor, diğer taraftan psikanalizin basitliği ve sığlığı da ilgililerince malum. Batının materyalist insan tezinin ulaşabildiği derinlik, “dürtü”dür. Kaynağını bilmediği, mecrasını göremediği, mahiyetini anlamadığı bir “dürtü”dür gidiyor. İnsan, dürtüler kumkuması halinde dev bir makine gibi çalışıyor. Evrim teorisiyle kucağına bırakılan insan tezinde psikanalizin ulaştığı nokta bu”¦ İnsan tezine bakar mısınız? Hareketlerin, davranışların, düşüncelerin, duyguların kaynağı, “dürtü”. “Dürtü nedir?” diye sormaya yanaşmıyorlar, bu tür soruları da kabul etmiyorlar. Kim dürtüyorsa”¦ Dolayısıyla hayatları da dürtmek ve dürtülmekten ibaret”¦ İnsanın derinliğini “dürtü” olarak tespit ve kabul ettiğinizde, insanı harekete geçirmek için dürtmekten (dürtüsünü tahrik etmekten) başka bir şey yapamazsınız. Anlıyor musunuz, kapitalizmin insanı “homo-ekonomikus” diye tarif etmesinin altyapısını? Kapitalizm iktisadi teori olduğu için kendi açısından bakıyor ve insanın “ekonomik dürtüsüne” hitap ediyor. Dolayısıyla her alan kendi dürtüsü üzerine insan tarifleri yapıyor. Psikanalizin nihai dürtü, yani en güçlü dürtü, ilk dürtü filan gibi isimlerle “cinsel dürtü”den bahsetmesi garip olmamalı. Sonra da dürtü tasnifi yapmaya çalışıyorlar. Sanki her derde deva”¦ Dürtüyü idrak ve izah etmeden, nasıl tasnif ediyorsun? Yani kaynağına göre tasnif etmek kabil değil ki. Onlarda çıkıp neticelerine göre tasnif ediyorlar. Nerden doğduğunu cevaplayamadıkları dürtüleri, nereye döküldüğüne (aktığına) bakarak tasnif ediyorlar. Bunları yaparken de ciddi işler yaptıklarını zannediyorlar. Nedir batının insan tezinin ana sütunları? Et, benlik, dürtü”¦ Başka bir şey bilen varsa söylesin. Başka bir şey yoksa şu üç kelimeye bir bakın”¦ Bunlardan insan terkip edilir mi? Ne kadar basit, ne kadar gayri insani, ne kadar ruhsuz, ne kadar insani değerden uzak”¦ Böyle olmasına böyle de, iyi anlamak gerekiyor bu insan tezini. Çünkü başta bizim de içinde yaşadığımız coğrafya olmak üzere genel olarak kabul görmüş ve uygulanmakta olan eğitim görüşü budur. Eğitim sistemi, bu insan tezi üzerine bina edilmiştir.