Bu durum, Müslümanların sayısal olarak % 99 oranında bulunduğu ve övünç vesilesi edildiği Toplumumuza maalesef, yakışmıyor. Keşke, “bu Toplum % 99 oranında Müslüman dediğimiz gibi, “% 99 oranında ahlakî olgunluğa da sahiptir” diyebilsek. Maalesef bunu diyemiyoruz. Günlük hayattaki muamelatta, iş yerindeki çalışmalarda, ticarette, sporda, sanayide, siyasette, kamu bürokrasisinde, özel sektörde, eğitimde, öğretimde, bilim ve sanatta, velhasıl, toplumun genelinde ahlakî yönden ve özellikle de “doğruluk, tarafsızlık, adalet, hakkaniyet, dürüstlük, emanete sadakat, ehliyet ve liyakat noktasında” zaafiyet hakim. Gıybet ve dedikodu almış başını gidiyor. Haset ve kıskançlık altın çağını yaşıyor. Yalan söylemek artık su içilir gibi adetten olmaya başladı. Bırakın dosdoğru sözlülere doğru sözlülere bile hasret kalmaya başladık. Ahvalimizin berbatlığını örneklerle fazla anlatmaya gerek yok. Zaten, ahval ve manzaranın hoş olmadığını herkes biliyor. Bu manzaranın, bu ahvalin bu denli olumsuz ve kötü olması, beraberinde huzursuzluk ve mutsuzluk getiriyor. Toplumumuzdaki mutsuzluk ve huzursuzluk katsayısının nedeni işte budur. Nerede, ahlaksızlık fazlaysa, orada huzursuzluk ve mutsuzluktur fazladır. Yalan söyleyen, emanete hıyanet eden, adaletsizlik eden, gıybet ve dedikodu yapan bir kişi, iç huzuru bulur mu? İç huzurunu bulamayan fertlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda huzur olur mu? Elbette olmaz. Buraya kadar satırlarda, durum tesbiti yaptık. Hal-i pür melalimizi özetledik. Yani, acıklı hâlimizi gözler önüne serdik. Şimdi de “niye bu durumdayız sorusuna” cevap arayalım. Elhamdülillah Müslümanız. “Müslümanlık eşittir güzel ahlak” demektir. Şimdi bu iki cümleden sonra “İslam'ı mı iyi anlamadığımız” ya da “İslam'ı iyi anlamış olsak da, nefsimize mi mağlup olduğumuz” şeklindeki iki durumdan birinin ya da her ikisinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Bunun üçüncü bir açıklaması olamaz. İslam'ı iyi anlamak hususunda kısaca şunları söylemek durumundayım. Gerçekten, İslam eşittir güzel ahlaktır. Kur'an-ı Kerim baştan sona kadar, “dosdoğru, adil, güvenli, iyi ve huzurlu bir toplum” inşası üzerinde durur ve bunları emreder. Peygamberimizin Hadis-i Şerif'lerinin hedef ve maksadı da budur. Bunlar tartışılmaz gerçeklerdir. Sevgili Peygamberimiz (sav) “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmaktadır. Bir başka Hadis-i Şerif'te ise; “Mizanda güzel ahlaktan daha ağır basan bir şey yoktur. Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, namaz ve oruç sahibinin derecesine ulaşır” şeklinde buyrulmaktadır. Bu hususta, yani ahlak ve fazilete işaret eden onlarca hadisi buraya yazmaya gerek yok. Ancak bilmeliyiz ki, hem Kur'an'da, hem sünnette ana mihver ahlak ve fazilet üzerinedir. Bunları bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Ancak, bilmek yetmiyor. Yunanlı Filozof Sokrates'in “ahlak öğretilmez, o özümsenerek yaşanır” anlamında sözü mevcuttur. Bildiğimizi, içimizde özümsemiyoruz ki, yukarıdaki giriş kısmında anlattığım durumdayız. Evet, İslam'ı bilmek ya da Müslüman olmak yetmiyor. İslam'ın beş şartını bilmek ve uygulamak yetmiyor. Nefsimizi ahlak noktasında ikna etmeliyiz. “İslam'ın beş şartı var, bu tamam, ancak, İslam'da ahlakın on beş şartı var” diyerek yola çıkmak ve nefsimizi ahlak noktasında mutmain kılmak zorundayız. Aksi hâlde, hüsrana düşenlerden oluruz. Ben acizane, İslam'da ahlakın on beş şartı olarak, şunları yazdım. Elbette, bu sayı artabilir. 1- Özü sözü bir olmak. 2- Tüm iş ve işlemlerinde adil olmak. 3- Hayır ve hasenat odaklı yaşamak. 4- Haktan ve sabırdan asla ayrılmamak. 5- Emanete sadık olmak. 6- Merhametli ve şefkatli olmak. 7- Muhabbetli ve hürmetli olmak. 8- Hoşgörülü ve affedici olmak. 9- Diğergam ve fedakâr ruhlu olmak. 10- Edepli ve hayalı olmak. 11- Cömert ve yardımsever olmak. 12- Maddi ve manevi yönden temiz olmak. 13- Güleryüzlü ve sevecen olmak. 14- İlim ve irfan yolunda yürümek. 15- Çalışkan ve azimli olmak. Bilhassa çocuklara ve gençlere bu yukarıda sayılan şartları tüm Âlim ve Hocalar anlatmalı ve öğretmelidir. Bundan daha önemlisi Âlim ve Hocalar bu on beş hususu bizzat hayatlarında yaşamalı ve örnek olmalıdırlar. Her zaman, “hâl, kâlden önce gelir.” Hocalar ve Âlimler, sözleriyle değil, özleriyle anlatırlarsa, daha tesirli olur.