Büyük usta yanına aldığı çırakları yetiştirirken iyi bir yapı ustası olmalarını sağlıyor diğer yandan da örnek insani değerlere sahip kişiler olarak yetişmeleri için ayrıca emek veriyormuş. Ama herkesin kapasitesi farklı olduğu için bazı çıraklar kendisini çok iyi yetiştirmelerine rağmen bazıları da nasibi kadar alıyorlarmış. Büyük usta, çıraklarından birini yetiştirmiş ve ona el vermek istemiş. Yalnız bunu farklı bir dille ifade etmiş: ””Bildiğim bütün teknik ve estetik ustalık marifetlerimi sana gösterdim. Sen de bu süre içinde gerçekten çok güzel evler yaptın. İyi işler çıkardın. Artık sen de iyi bir usta oldun. Bundan sonra kendi adına iş alıp yapabilirsin. Çok güzel eserler yapacağına inanıyorum. Ancak senden son bir ev yapmanı istiyorum. Bu evi tamamladıktan sonra serbest çalışabilirsin. Ustanın el vermesi, serbest bırakması hoşuna gitmiş ama son defa iş istemesine biraz bozulmuş. Ustasının gönlünü kırmak istememiş ama bu iş için çok istekli olmadığını tavırları ile yansıtmış. Ev için ustanın gösterdiği yere varmış ve hemen işe başlamış. Bir an evvel işi teslim edip kendi adına işler almak istiyormuş. İnşaat için çok da kaliteli olmayan malzemeler temin etmiş ve sıradan bir işçilikle küçük bir ev yapmış. Evi bitirir bitirmez hemen ustasına haber vermiş: ””Ustam, verdiğin son işi de bitirdim. Bu da anahtarı buyur. Büyük usta, çırağının yaptığı hileyi bir anda fark etmiş ve ona çok önemli bir yaşam dersi vermiş: ””İşini bir an evvel bitirmene sevindim evlat. Yalnız anahtarını bana vermene gerek yok. ””Neden vermeyeyim ki usta? Ben bu evi sizin adınıza yaptım. İstediğinize verebilirsiniz. ””Haklısın evlat, istediğime veriyorum zaten. Bu ev senin hakkın. Sen farkında olmadan kendi evini yaptın. Senin sayende epey ekmek kazandım. Bu sayede sana olan dünyalık borcumu ödemiş olurum. Evin hayırlı olsun. ””Bu ev benim mi? Sadece bu kadarını söyleyebilmiş. Aslında içinden çok şey söylemiş ama ustasına ifade edememiş. “Madem evi benim için yaptırıyordun, neden bunu baştan söylemedin usta?” demiş örneğin. Ama kendi kendine söylemiş. Şaşkınlık içinde ustasına teşekkür ederken kendi evinin anahtarına bakakalmış. Ustasını uğurladıktan sonra kendi eliyle yaptığı baştan savma evine girmiş ve odalarını gezmeye başlamış. Evin o kadar çok eksiği varmış ki yapan ustaya söylenmeden edememiş. Ayrıca evin hiçbir yanında estetik yokmuş. Kendi kendine çok kızmış: ””Hiç mi zevk yok sende? Bu kadar baştan savma işçilik olur mu? Ama ben bunu hak ettim. Bu bana ders olsun. Bundan sonra her yaptığım evi kendi evim gibi yapayım. Aslında hikâyenin özü, tamahkâr çırağın son sözünde saklı: ””Her yaptığım evi kendi evim gibi yapmalıyım. Toplumsal yaşam içerisinde her bireyin yaptığı iş farklıdır ve her biri ayrı ayrı öneme sahiptir. Hiçbir bireyi ve hiçbir mesleği gereksiz saymaya hakkımız yok. Ancak her mesleği icra eden bireylerin de empatik bilince sahip olmaları gerekir. Mesleklerin isimlerini vererek daha somut örnekler vermek gerekirse; bir doktor her hastasını kendi yakınını muayene ediyormuş gibi muayene etmeli. Öğretmenler, öğrencilerini yetiştirirken her öğrencisinin yüzünde kendi çocuğunun resmini görebilmeli. Müteahhitler yaptıkları her evde kendileri oturacakmış gibi sağlam ve tam malzeme kullanmalı. Kusurlu malzeme ve işçilik inşaatlara girmemeli. Her fırın işçisi pişirdiği her ekmeği kendi sofrasında yiyecekmiş gibi sağlıklı ve hijyenik üretmeli. Çok şey mi istiyorum yaşadığım toplumdan diye düşünüyorum da aslında olması gerekeni bekliyorum. Lakin insani değerlerin lüks olarak algılandığı bir toplumda, bulduğu cüzdanı sahibine iade eden kişiye ya melek ya da ”“affedersiniz- keriz gözüyle bakılmaktadır. Oysa iki türlü değerlendirme de yanlıştır. Bulduğu cüzdanı sahibine iade eden kişi sadece yapması gerekeni yapmıştır. [B] “Kendin için istemediğin bir şeyi kardeşin için de isteme!”[/B] prensibini gönüllerimize yerleştirip, değerler dünyamızda içselleştirebildiğimiz zaman; birbirini seven, birbirine karşı saygılı bir toplum oluşturmanın harcını mayalamış oluruz. Çok basit gibi gözükmesine rağmen insan nefsine ağır geldiği için empati kurmada gerçekten zorlanıyoruz. Herhangi bir kimseye haksız bir uygulama yapacağımız zaman; “Acaba bu bana yapılsaydı ne yapardım?” diye kendi kendimize sorabiliyorsak, yüreğimizin bir yerleri henüz sağlam demektir ve biz bu işi başarabiliriz. Yaptığımız haksızlıklar karşısında hiç rahatsızlık duymuyorsak, akşam kafamızı yastığa koyduğumuzda kendi kendimizle yüzleşmek için uygun bir zamandır. Önce değerlerimizi kontrol edip, yaptığımız hataların, hata olduğunu kabullenmek ve adını koymak zorundayız. Doğru ya da yanlış, ne yaptığımızı bilirsek düzeltmesi de kolay olur. İlk iş, yüreğimizi sağlamlaştırmak olmalıdır. Yüreği sağlamlaştırmak kolay değildir. Çünkü yüreğin sağlam ya da çürük olması, değerler bütünü ile alakalı bir durumdur. İnsanın sahip olduğu değerler birden bozulmamıştır. Bu nedenle de birden düzelmesini bekleyemeyiz. Toplumsal değerlerin güçlü olması için o toplumu oluşturan bireylerin güçlü etik değerlere sahip olması gerekir. Bunun için sağlam karakterli kişilere ve sağlam temelli ailelere ihtiyaç vardır. Elbette bu yol uzun ve meşakkatlidir. Ama imkânsız değildir. Herkes evinin önünü süpürdüğünde koskoca şehrin tertemiz olacağı mantığı ile hareket ederek her birimiz üzerimize düşen bireysel ve toplumsal ödevlerimizi yerine getirebilirsek; sağlam, karakterli ve onurlu bir toplum oluşturabiliriz. [B]Yazara mesaj:[/B] [email protected] www.yusufyesilkaya.net [B]Not: Bu yazı;[/B] www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr ve www.gelisimbahcesi.com [B]web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.[/B] [B]Yusuf YEŞİLKAYA'nın Seminer Programı:[/B] 17 Ocak 2009 Cumartesi Saat:15.00 Başarı ve Motivasyon Semineri Osmangazi / [B]BURSA[/B]