18 yüzyılda İstanbul'da yaşayan Keçeci Hayrettin Efendi isimli zât, iktisatlı yaşamaya düşkün birisiymiş. Nefsinin istediği her şeyi yapmaz, vara-yoğa para harcamazmış Bir lokantanın önünden geçerken canı yemek istediğinde lokantanın kapısından içeri girer, ama oturmadan dışarı çıkar ve: “-Sanki yedim” diyerek orada harcaması gereken parayı kesesinden çıkarıp bir kenarda biriktirirmiş. İşte bu Keçeci Hayrettin Efendi: “-Sanki yedim” diyerek kenarda biriktirdiği bu paralarla İstanbul Fâtih'te (Sinanağa Mahallesi'nde “Sanki Yedim” adıyla bilenen) bir camii yaptırmış. Bu kıssadan alınması gereken ilk hisse elbette, "nefse gem vurmanın ve nefsi kandırmanın bin bir yolu olduğu, iktisatlı ve tasarruflu davranışların semeresinin çok güzel bir şekilde tecelli ettiği" üzerinedir. Bunun yanında, buna benzer güzel hasletleri ve nefsi kandırmanın yöntemlerini biz de geliştirebiliriz. Örnek mi verelim. Nefis çeşitli şeyleri istiyor. Mesela dedikodu ve gıybet istiyor. Hemen kendi içimizde şöyle bir seslendirme yapmalıyız. "Kendi nefsimizle konuşma gerçekleştirip "Sanki dedikodu yaptım" deyip işi bitireceğiz. Ağzımıza gem vuracağız. Birisi trafikte yanlış bir hareket mi yaptı. Hemen kendi içimizde "Sanki bağırdım" deyip işi geçiştireceğiz. Öfkemize kilit vuracağız. Haram bir gıda. Diyelim ki, içki ve sofrada sunulmuş. Bir kokteylde ikram edilmiş ve nefis istiyor. İçimizden "Sanki içtim" diyerek geçiştireceğiz. Dudağımıza, ağzımıza, dilimize alkollü içkilerin zerresini bile değdirmeyeceğiz. Bir boyalı basın gazetesini ayaküstü gittiğimiz bir yerde masanın üzerinde gördük ve gazetede müstehcen, açık-seçik resimler var. Nefis istiyor ve "bak" diyor. Nefsimizle konuşma yapıp "Sanki baktım" diyerek yine geçiştireceğiz. Harama kesinlikle nazar etmeyeceğiz. Sonuçta nefsin bütün kötü isteklerini asla yapmayacağız ve "Sanki yaptım" diyerek, nefsi kandıracağız. Ve hiç unutmayacağımız bir düsturumuz olacak. O da şudur: "Lezzetler gider, elemi kalır. Elemler gider, lezzeti kalır." (Bu söz, Üstad'ın Eserlerinden alınmıştır. Nitekim Üstad, bu hakikati “zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir” şeklinde beyan etmektedir. (Sözler, Onuncu Söz)) Yukarıdaki metodumuza, yani “Sanki yaptım” uygulamasına tekrar dönecek olursak, bu yöntemde, belki, bedene bir nebze sıkıntı veriyorsun, hazlardan uzak kalan bedene çok kısa süre acı çektiriyorsun . Ancak sonunda, aradan zaman geçince, diyelim ki, kokteyl bitip herkes evine gidiyor. Sabah oluyor ki, seninle keyflenenler arasında hiçbir fark yok. Hatta sen daha iyi konumdasın. Çünkü, Onlar için, lezzet gitmiş, elem kalmıştır. Senin için de elem gitmiş lezzet kalmıştır. Onlar, “keşke ben de içmeseydim şu zıkkımı, hem sağlığıma zarar verdim, hem de elime ne geçti ki diye elem duyacaklar.” Sen ise, “sağlığıma da zarar vermedim ve irademi kullanarak başarılı oldum” diye lezzet duyacaksın. Yazıklar olsun, birkaç dakikalık, bilemedin bir iki saatlik geçici dünya zevki için sonsuz ebedi saadeti kaybedenlere. Ne mutlu, anlayış ve izan sahibi Mü'minlere ki, bu Dünyada Ahiret için sabır ve sebat gösterirler. Sonsuz bir saadet kazanırlar. Allah (cc) sonsuz saadeti kazananlardan eylesin. Amin.