“Vatan Millet Sakarya” diyoruz lakin işin görünen yanı sadece bu değil. Bilakis görünmeyen yanı var ki bu da bayrağımız kadar önem arz ediyor. Bilindiği gibi toplumsal değerlerimiz sadece bayrağımızla sınırlı değil. O bayrağın dalgalanması için dimdik bir direk olacak unsurlar vardır. O zaman diğer değerlerimize de sahip çıkmalıyız. Kimse zannetmesin ki, bir toplumu yıkmanın, asimilize etmenin şartı sadece “sıcak savaştır” diye! Hele ki Türk milletini”¦ Bu milleti asırlardır topla-tüfekle yıkamayanlar gayri anladılar bu şekilde yıkamayacaklarını. Çünkü bu milletin maneviyatı var, imanı var: Var ki hem de “elmas” gibi; hem çok değerli... Peki ya bu millete nasıl bir teori olmalı ki pratiği tutsun. Bu elmas taşı kırılıp kaldırım olarak döşensin. İşte bombanın formülü: Topla-tüfekle yıkılamayan bir milletin, önce ahlakı, sonra maneviyatı, sonra benliği, nihayetinde de özü ve devleti çöker! Şuan muammayı biraz daha açmak istemeden önce sizlerden başlığı bir defa daha okumanızı arz ediyorum. Efendiler! Gözümüzü açmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Madalyonun bir yüzünde “nereden geldiğimiz” gösterilip; diğer yüzünde nereye götürüldüğümüz yazıyor. Elin oğlu artık sağ gösterip sol vuruyor da hala anlıyor muyuz! Bira düşünelim: Evlerimizde olmazsa olmazların arasında bir materyal: Televizyon”¦ Açın televizyonunuzu, alın çocuğunuzu yanınıza ve bir 15 dakika seyredin. Mutlaka kanal değiştirmemiz gereken bir enstantaneye rastlamayız mı? Cinsel içerik, dekolte savaşları, küfür sözlü diziler... Hatta ki reklamlar, haber bültenleri, bazı programlar, şarkılar, türküler”¦. Hele ki nini elbiseli, alemli, içkili lise dizilerine ne demeli... Ler ler ler! (Sakın yanlış anlaşılmasın. Ben televizyona karşı değilim.) Bilakis çağımızın ”“amaca göre- en önemli aleti. Ben bir eğitimci olarak öğrencilerime telkinde bulunuyorum; magazin programlarını seyretmemeleri, onları örnek almamaları için. Fakat nereye kadar ki bu? Bundan 20 sene öncesine gidelim: Televizyonlarda yayınlanan Amerikan filmlerine, Avrupalıların yaşantı şekillerine, giyimlerine ve davranışlarına yuh be demiyor muyduk! Maalesef şimdi aynısını bizim genç kızlarımız ve erkeklerimiz düstur etmiyor mu? Çok mu kınadık ki başımıza geldi.Yoksa çağ mı atlıyoruz yakından ortaya! Sadece bize münhasır değil bu.Yine bundan 20-25 sene önce Suriye'nin televizyon kanallarını seyrederdik. Tahayyül ediyorum da o zamanın Suriye'si nasıldı; şimdinin Suriye'si nasıl. Bizim yaşantımızdan hiç de farklı değiller. Giyimleri, yaşantıları, televizyonları, hatta örfleri bile”¦ Bir toplum değişmiyor sadece bir toplum asimize olmuyor usul usul. İnhitata çalışılıyor nakış nakış. Neyse bizi biz ilgilendiriyor. Velhasıl, hayasızlığın, çıplaklığın ve edepsizliğin adına : “Estetik, medeniyet, sanat, güzellik, cüretkarlık ve medeni cesaret” diyorlar. Utanmadıktan sonra dilediğini yapın adına : “Sınırsız özgürlük ve yaratıcılık” diyorlar da biliyorlar mı güzellik ve çirkinliğin tasvirini”¦”¦”¦”¦”¦”¦”¦”¦ menkıbe o ki: Bir gün Güzellik ve Çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, “Hadi denize girelim” diye.Giysileriniz çıkarıp sulara attılar kendilerini. Bir süre sonra Çirkinlik kıyıya çıkıp Güzelliğin giysilerine büründü ve yoluna gitti. Nihayetinde Güzellik de denizden çıktı; fakat kendi giysilerini bulamadı. Haliyle çıplak olmakta utandırıyordu onu. Çaresiz Çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti. O gündür bu gündür erkekler ve kadınlar Güzelliği ve Çirkinliği hep birbirine karıştırırlar. Ancak içlerinden Güzelliğin yüzünü daha önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine Çirkinliğin yüzünü bilenler var ki; giysi onu gözlerinden asla gizleyemez.! Güzelliklerle kalmanız dileğiyle... Suat GÜNEŞ