Seher'in babası onay verdiği için on sekizini doldurmasını beklemeden nikâhı kıydılar ve Seher, telli duvaklı gelin olarak baba evinden ayrıldı. Cemil'in baba evinde kısa bir süre durduktan sonra büyük şehre, Cemil'in yaşadığı İstanbul'a gittiler. Cemil'in aylık kazancının yarısına bir gecekondu kiraladılar. Evin eşyalarının büyük bir bölümünü ikinci el eşya satan yerlerden temin ettiler. Manava gitmek yerine pazardan alış veriş yapmayı tercih ettiler. Serde yokluk vardı ama Seher ve Cemil, aşkın büyüsüne kapıldıkları için mutluydular. Cemil, her zaman gidecek iş bulamıyordu. İşe gidemediği günlerde daha az harcıyorlardı. Seher de çalışmak istiyordu, evlere temizliğe gitmek istiyordu ama Cemil buna izin vermiyordu. Seher on dokuzunu bitirdiğinde yaşamlarına bir kişi daha eklenmişti. Kendilerine yaşama sevinci versin diye kızlarının adını Yaşam koydular. Yaşam bebek, ağlamasıyla, gülmesiyle evliliklerine ayrı bir renk katmıştı. Ama masrafları da artmıştı. Cemil bebeği severken çok mutlu oluyordu ama ağladığında hemen Seher'e veriyordu. Seher, bu durumdan pek hoşnut değildi. -Cemil, Yaşam sadece benim çocuğum mu? -O nasıl söz Seher! Tabi ki ikimizin çocuğu. O benim prensesim. Nerden çıktı bu şimdi? -Şuradan çıktı canım, severken senin avuturken benim çocuğum oluyor da onun için. Madem ikimizin çocuğu severken de avuturken de ikimiz ilgilenmeliyiz. -Ama canım ben dışarıda çalışıyorum, yoruluyorum. Senin bana karşı anlayışlı olman lazım. -Ben çalışmıyor muyum yani? Ben de evde çalışıyorum. Yemek yapıyorum, bulaşık yıkıyorum, bebeğe bakıyorum. Daha sayayım mı? -Yav sen evin kadını değil misin? Tabi yapacaksın. Ne diye dır dır ediyorsun ki? -Dır dır ha! Dır dır! Alacağın olsun Cemil, ben sana gençliğimi, güzelliğimi verdim. Babamdan isterken böyle demiyordun. Kızınızın elini sıcaktan soğuğa vurdurmam, ona gözüm gibi bakarım diyordun, ne oldu şimdi? -Ben çalışıyorum dışarıda, inşaatlarda yoruluyorum. Patronların nazını çekiyorum. Evimde dinleneyim diyorum, senin şu yaptığına bak! -Sen patronların nazını çekiyorsun, ben de senin nazını mı çekeceğim? Çok beklersin? -Ne var çeksen, ölür müsün? Bu türden tartışmalar, sıklaşmaya başladı. Hem Cemil hem de Seher, alttan almaya niyetli değillerdi. Önceleri bebek uyuduğunda konuşuyorlardı. Sonra Yaşam'ın yanında da tartışmaya başladılar. Tartışmaların sonu hiç de iyiye gitmiyordu. Seher, anne ve babasını özlediğini bahane ederek baba evine küs geldi. Hoş beşten sonra Seher, annesiyle durumu görüşmeye karar verdi. Annesi her ne kadar soğukkanlı davranmaya çalışsa da yufka yüreği gözlerinden yaş olup süzülüverdi. Babası ile konuşmasını önerdi. Babası Sacit Bey, kızını karşısına aldı ve sakin sakin konuşmaya başladı: -Bak kızım! Sen bizim ilk göz ağrımızsın. Senin tırnağına taş değmesini istemeyiz. Lakin sen artık evlendin. Hemen yanlış anlama! Evlendin diye kesip atmış değiliz. Ama kendine ait bir yuvan var. Kendi kararlarını verebilecek yaştasın. Ufak tefek tartışmalar her evde olur. Cemil'i sen bizden daha iyi tanıyorsun. Sence aranızdaki tartışmalar, zamanla düzelebilecek tartışmalar ise yuvanı yıkma. Torunumu babasız bırakma. Ama bu evliliği kafanda bitirdiysen o zaman diyecek sözüm yok. Yani son sözüm; bu konuda son karar, senin kararın olmalı. Burada belli bir süre kal, kendini dinle, ölç, biç ve kendi kararını kendin ver! Seher, baba evinde bir süre kaldıktan sonra hem aklını yokladı hem yüreğini dinledi ve Cemil'i hala sevdiğini hissetti. Çocuğunun babasıydı ama çocuğu olmasa da Cemil'i seviyordu. Bu önemli bir ayrıntıydı. Bu arada Cemil de boş durmadı. İki güne bir telefon etti. Seher'in ne zaman geleceğini sordu. Seher'i ve Yaşam'ı özlediğini belirten ifadeler kullandı. Seher, çocuğuyla beraber tekrar eşinin yanına gitti. Cemil ve Seher, kısa süreli özlemin de etkisiyle birbirlerine karşı daha hoşgörülü davrandılar. Özellikle Seher, yaptığı yemeklerle, güler yüzlü karşılamalarla eşinin gönlünü almayı becerdi. Cemil de bu ilgiyi karşılıksız bırakmadı. Fiziksel yorgunluğunu eşi ve çocuklarıyla ilgilenerek gidermeye çalıştı. Zaman içerisinde kırgınlıklar, tartışmalar olmadı değil ama işin sonunu küslüğe götürmemeyi başardılar. Sorunlarını konuşarak çözmeyi alışkanlık haline getirdiler. Aralarındaki sevgi duygusunu besleyen, saygı ve güven unsurlarını kaybetmemeye özen gösterdiler. Aradan yıllar geçti. Yaşam'ın bir kardeşi daha oldu. Onun adını da Yalın koydular. Seher'in annesi İstanbul'a torunlarını görmeye geldi. Biraz merakla biraz da çekinerek kızının mutluluğunu sordu: -Cemil ile aranız nasıl kızım? Umarım ilişkiniz yoluna girmiştir. -Çok şükür anneciğim. Evimizde mutluyuz. -Aman ne güzel! Cemil'in eski alışkanlıkları devam ediyor mu? Sana karşı ilgisi düzeldi mi? -Ana yüreği böyle oluyor demek ki! Kırk yaşına da gelsem hala gözünde küçük çocuğum değil mi anne! Canım annem benim! - Aynen öyle kızım. Sen de annesin, görüyorsun işte kızım. -Doğru söylüyorsun anneciğim. İlişkimiz eskisine göre çok düzeldi. Zaman zaman tartışmalarımız olmuyor değil. Bazen Cemil'in kabalaştığı oluyor. Ama ben Cemil'i çözdüm anne. -Nasıl çözdün kızım? -Cemil yaptığı kabalıkları, bana inat olsun diye yapmıyor. Bunlar, onun doğasında var. Ben de onu olduğu gibi kabul ettim ve rahatladım. -Aferin benim akıllı kızıma! Evi dişi kuş yapar derler ya işte böyle! Aslında her evlilikte ufak tefek tartışmalar olabilir. Hiç tartışma olmuyorsa asıl orada sorun var demektir. Önemli olan bu tartışmaları, konuşarak çözüme kavuşturabilmektir. Eşimizi, kendi zihnimizde oluşturduğumuz kalıplara sokmaya çalışmadan olduğu gibi kabullenmeye çalışmak, problemlerin çözümünde çok önemli rol oynayacaktır. Eşimizin bize göre hata sayılan davranışlarını değerlendirirken, bu davranışın kaynağında bize karşı nispet olsun diye mi yapıyor yoksa onun kendi doğasından kaynaklanan bir tutum mu? Bu ayrıntıya dikkat etmek gerekiyor. Şayet bu davranışlar, bize karşı değilse, onun kendi kişilik özelliklerinden kaynaklanıyorsa biraz hoşgörü ile durumu çok rahat kurtarabiliriz. Eşimizi, çocuklarımızı daha geniş ifadeyle ilişkimizi değerlendirirken, mümkün olduğu kadar yapıcı tavır sergilemek, olaylara anlayışla yaklaşabilmek, önce karşımızdakini dinleyebilmek ve en önemlisi yangına körükle gitmemek, karşımızdakinden önce bize yararı olacak tutumlardır. Hayat arkadaşımıza karşı hoşgörü ile yaklaşarak, onu olduğu gibi kabul ederek aslında hayatı idare etmiş olmuyoruz. İdare edilen ve geçiştirilen bir hayatı yaşamak yerine keyif alınan, mutlu yaşanılan güzel bir hayatın kapılarını aralamış oluyoruz. Yusuf YEŞİLKAYA'nın Etkinlik Programı: 20 ”“ 21 Mart 2010 Cumartesi ”“ Pazar Ankara Kitap Fuarı İmza Günleri Atatürk Kültür Merkezi Ankara Saat: 13.00 ”“ 14.00 Stand No: A16 24 Mart 2010 Çarşamba Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Etkili İletişim Becerileri Saat: 11.30 ”“ 13.00 Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.com Not: Bu yazı, www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr , www.gencgelisim.com ve www.gelisimbahcesi.com web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.