Ölüm olayı kimine göre yeni bir hayatın başlangıcı, kimine göre de bir hayatın bitişi ve tamamen yok oluşudur. Müslüman bir ailenin çocuğu olarak doğup yetiştirildiğimize ne kadar şükretsek azdır. İşte ölüm olayı gerçekleşince ölen her insanın cenaze defin işleri zorunlu sebeplerin dışında en kısa zamanda olacak şekilde gayret ediliyor. Ölmeden çok kısa bir zaman önce canım diyerek bağrımıza bastığımız, elleri tutulup saçlarını okşadığımız, gözlerine bakılınca huzur bulduğumuz sevgili anne-baba-evlat-eş ve arkadaş gibi yakın olan sevdiğimiz o insanlar öldükten sonra mecburen onu bir an evvel defin işlerini tamamlayıp ebedî istirahatgâhı olan mezarına götürüp ameliyle baş başa bırakıyoruz. Bundan sonra yapılacak tek şey dua edip Allah telalanın onu affetmesini, kabrinde ve tüm ahret hayatında azap görmemesi, cehennemden korunması ve cennetle müjdelenmesini dilemektir. Sonra, birkaç gün süren (zaman zaman başka şeylerin de konuşulduğu) taziyelerden sonra bir hafta, bir ay, bir yıl derken unutmamaya çalışılıyor ama dünya telaşı o kadar bizleri meşgul ediyor ki artık daha sonra da bir dostun bahanesiyle mezarlığa gidildiğinde, ya da bir iş dolayısıyla mezarlığın önünden geçerken veyahut da ölümlerinin yıl dönümlerinde hatırlanmaya başlanıyor o canım sevdiklerimiz. Aslında mezarlıklarda dolaşmak o kadar huzur verici, ahret alemini hatırlatan ve tefekkür ettirici olduğu kadar gizli bir ürpertisi de vardır. O sessizlik en duygusuz insanı bile etkilemektedir. Orada bulunan mezarların hepsindekilerin canlı olmadıkları bilindiği halde yine de insan elde olmadan temkinli yürüyor mezarların arasında. Her taşın dibinde bir can'ın terk edildiğini düşünüyor ve bazen de insan kendisini oradakilerin yerinde imiş gibi düşünüp mezarlıktan çıkana kadar bu etki ve derunî iklimden belli bir süre kurtulunamıyor. Ama eski sanayi veya eski itfaiyenin oradan çarşıya gelince; ya Yenişehir hastanesi önünde bir dosta rastlanıyor veya geçen bir arabanın kendisinin arabasının modelinden niçin daha yüksek olduğu ve ne zaman kendisi de böyle bir modeli ne zaman edineceği düşünülüyor veyahut da bir dershaneye rast gelip çocuğun hangi üniversiteyi kazanması gerektiği gibi zihni sürekli meşgul eden düşüncelere dalıp gidiliyor. Tâki bir daha salâ, ölüm, mezarlık gibi ahret hayatının var olduğunu hatırlatıcılarla karşılaşana kadar. Aslında şu hep unutuluyor: Hiç kimse dünyadaki işlerini tam olarak bitirmiş olarak ölemiyor. Bütün rahmetlilerin hepsinin ne kadar tamamlanacak işleri vardı ama ömürleri vefa etmedi. Hani söylenir ya “Her Ölüm Erkendir” diye”¦ Bizler de planladığımız işlerimizi bitiremeyeceğimizi bir türlü kabul edebilsek aslında bu konudaki sıkıntımız bitiyor veya en azından azalacaktır. Böylelikle de teslimiyet denilen huzur ortamına dahil olunacaktır. Geçenlerde bir vesile ile Şeyhadil mezarlığına gitmiştik. Büyük kapıdan içeri girip meşhur bir Hadis uyarınca hareket ettik. Biliyorsunuz “Her kim ki, bir mezarlığa varınca önce selam verip selam aldıktan sonra on bir İhlas bir Fatiha okuyup sevabını o mezarlıkta yatanların ruhlarına bağışlarsa; hem orda yatanlar haberdar edilir ve okuyana da orda yatanların sayısınca sevap yazılır.” diye belirtiliyor. Sonra kırk elli metre ilerde sağ tarafta metfun Maraş'ımızın manevi dinamiklerinden Şeyh Ali Sezai Efendi'nin de kabrini ziyaretten sonra içlere doğru ilerledik. İnsan gayri ihtiyari mezar taşlarını okumadan edemiyor. Aman Allah'ım ne güzel ifadeler yazılmış. Hepsi birer ibret levhası olarak yer almışlar o ak taşlarda. O yazıları okurken hep gözümün önüne, tanımadığım ama kendi hayalimde yüz silueti oluşan değişik can'lar geldi. Taşlardaki yazılar, onlara ait ama benim duyamadığım sözleri imiş gibi geldi bana. Evet sanki bana hitaben: “Beni dinle; hepimizin sana anlatacaklarımız var; dinlemeden geçme; bak benim sözlerim seni daha çok etkileyebilir; yaşarken insan ölümün gerçekliğini pek kabul edemiyor, ama bak gerçek; İşte bizler de daha dün canlı idik ve şimdi buradayız; dünya hayatı çok kısa hattâ bir rüya kadar kısadır; Sende her rüyandan uyanışında, rüyan korkulu ise: “Ohh şükür rüyaymış,” çok iyi ise de”Vayy be! Keşke uyanmasa idim.”dediğin gibi, ölünce de Vayy be, keşke, ne olur tekrar dönebilsem, dememek için; her ân ölecekmiş gibi hazırlıklı olmalısın; nasıl ki şoförler trafik görevlilerinin, esnaflarda maliye görevlilerinin ilk sordukları evrakları öncelikli olarak hazırlıyor ve acaba bir eksik bulurlar mı diye temkinli davranıyorlar ise, biz de ölüm ve sorgu meleklerinin denetlemelerine karşı tedbiri elden bırakmamamız gerekir. ÖLÜM VAR ÖLÜÜMM! gibi daha nice telkinler. Yürümek güzeldir. Hem de kendi ayaklarıyla yürümek çok güzeldir. Yatağın içinde dönememeye göre oturabilmek, ayağa kalkamamaya göre tekerlekli sandalye, tekerlekli sandalyeye göre koltuk değneği, koltuk değneğine göre hafif bir baston, bastona göre yavaş yavaş ama kendi ayaklarıyla yürüyebilmek ne kadar güzeldir. Hele de omuzlarda hızla kaçırılır gibi götürülmekten çok daha iyi... Öyle değil mi? Sizler şuan hangi durumdasınız yani vücut azalarınızın hangisini ne ölçüde kullanabiliyorsunuz, bilemiyorum ama her halimize sayısız şükürler olsun... Usulüne uygun olarak mezarlık ziyaretleri, ölümün hatırlanması için tavsiye edilmiştir. Her yeşil başucu taşı olan mezarların taşlarına, çevresindeki demir parmaklıklara veya yanındaki ağaçlara bez bağlamak gibi yanlışlara düşmeden ziyaretler ne güzel. Bu duygularla yapılan ziyaret bitirip mezarlığın aynı giriş kapısına doğru yaklaştığımda bu büyük kapının iç yüzeyinde sanki birkaç dörtlük varmış gibi geldi. Biliyorum yazı yoktu ama varmış gibi hareket edip okuyor gibi yaptım. Hem de kalın harflerle. Sizler de okumak isterseniz birlikte okuyalım: Edem bugün şansın varmış, Şimdi burdan çıkacaksın. Bir gün ikâmet alırsan, Çıkanlara bakacaksın. Ölüm gerçek, değil masal, Bak bizlere sen de ders al. İster hoca ister Gassal, Gezenlere bakacaksın. Allah'ın emriyle doğduk, Yuvayı sevince boğduk. Behlül bir gün biz de sağdık, Send'ölümü tadacaksın. Allah'ım(c.c) son günümüzü, en hayırlı günümüz eyle.