Arapça sözcüklerin en büyük özellikleri ise hatırı sayılır bir anlam zenginliğini içinde barındırmasıdır Askeri dilde kullanıldığında; sahip olduğunuz bütün kuvvetlerle, en ince detaylar hesap edilerek ve top yekûn, düşman kuvvetlerinin üzerine hücuma kalkma fiiliyatına verilen anlamı ifade eder. Ayrıca: Yaşayan toplum dilinde ise; arzı endam etmek, saldırmak. Hücuma kalkmak, yoğun bir enerjiye sahip olmak, yeni bir ışık oluşturmak. Kışkırtmak, yıpratmak amacıyla bir kimseye doğrudan doğruya silahlı veya silahsız bir eylemde bulunma, hücum ve tecavüz. Bir işe girişme, teşebbüs etme, ya da bir işin, bir dönemin, bir hayatın ilk bölümü. İki veya daha çok dalga hareketinin, aynı noktaya aynı anda gelmesiyle birbirini yok edebilmesi veya kuvvetlendirebilmesi olayı. Bir kimseye veya bir şeye karşı saldırı yöneltmek, zarar verici bir davranışta bulunmak, hücum etmek. Etkisiyle eritmek. Yıkıcı ve sert eleştiriler yapmak. Bir şey veya kimse üzerine saldırı yapılmasına sebep olmak. Eski Uygurca da ise Ilgamak sözcüğüne denk gelen bir ifade. Belki, kamuslar ve sözlükler irdelenirse, daha da fazla anlamlarına ulaşabileceğimiz bir sözcük. Sözcüğün içinde bulunan arz; ortaya çıkma, karşısına çıkmayı ifade eder. Bizim ele alacağımız konu ise bu sözcüğün Allaha has olan bir özelliği dillendirmek olacaktır. Aslında taarruz sözcüğünü yüce Allahın; yaratılışın oluşumuna yaptığı müdahaleye eşdeğer anlaşılması gerekir. Çünkü yüce yaratıcının sünneti olan, yaratma vasfını bariz olarak hayatın içinde ve kâinatta zerreden tutunda en büyük nesneye kadar görmek kabili mutlaktır. Onun “OL” dediğinde her şey oluyorsa, en büyük “taarruz” sahibi “OL” sahibine ait olmayıp ta kime olacak ki? Burada bu emre karşı meful konumda olan, farklı deyimle; öznesi yaratılmış olan her varlık bu emir karşısında “OL”/a/mayıp ne yapacak ki? Hoş, başka çarede yoktu zaten. Çünkü onun dilemesi ile yeniden, yeni bir başlangıçla, kendisine hükmedilen bir yapıda oluş sırrını ortaya koyacaktı; tüm yaratılmışlar. Yine bu “OL” emrine karşı “olmam” ifadesi, tamamen cılız bir acziyetin göstergesinden başka bir şey olmayacaktır ve olmamak gibi bir güçte ortaya koyamayacaktır. “Olmam” kararlığını ve gücünü aktiviteye çeviremeyen yaratılmış varlığın, ortaya koyabileceği en büyük müdafaa ancak ve ancak, “OL” deme kudretinin önünde secdeye kapanmaktan daha büyük bir irade olamayacaktır. Bundan dolayıdır ki tüm kâinat, zerreler, bitkiler, hayvanlar ile birlikte insanların o sonsuz ve sınırsız gücün önünde gereği gibi eğilmesi, ona kendi grubunda en büyük kimlik ve kişilik sahibi olmasını sağlayacaktır. Fıtrat olarak kendinden daha güçlü bir erk'in önünde eğilme karakterine sahip olan insan ise, diğer güçleri bertaraf ederek “OL” deme kudretinin taarruzuna karşı koymamayı kabullenişi ile birlikte “OL” kudret taarruzundan etkilenmiş olan her türlü yaratılmıştan öne geçmeyi başarabilmiş olacaktır. Aksi halde bu taarruzun bir eseri olan yapının içinde sıradanlaşmak ve sıradanlaşır iken de, taarruza maruz kalmış hafif meşrep güçlerinden önünde eğilme zilletini, belki de bir paye olarak düşünme safhasına girecektir ve bunu da yaşanır bir hayat olduğu zannına kapılacaktır. Taarruzun eseri olan insanların ortaya koyduğu sığ, basit düşünce ve ideolojileri kabullenme ise tecavüze uğramaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Bedene yapılmışsa bu suç, büyük tepkileri de beraberinde getirir iken, akla, ruha yapılan tecavüz sıklıkla kabullenişi hatta daha da ileri giderek savunmayı gerektirecek kutsallığa erişmesi de yaşanan bir vakıadır. Mademki bizler; tüm kâinat gibi, tüm zerrecikler gibi, tüm bitkiler ve diğer canlılar gibi bir taarruzun eseriyiz, o halde taarruzun Allaha has bir sünnet olduğunu bilerek hayatımızın her alanında bunu kendimize şiar edinmeliyiz. Edinmeliyiz ki; bize karşı taarruz halinde bulunanlara: “yapmayın, etmeyin” aczi yeti ve çaresizliği içinde olmayalım.